Sinema dünyasını her yıl Fransız Rivierası’na toplayan ve o yılın en iddialı sinemacılarını bir araya getiren Uluslararası Cannes Film Festivali, son yıllarda sinema eleştirmenlerinin gölgesi altında gibi duruyor. Geçtiğimiz yıl David Cronenberg’in, bu yıl da Joel Coen’in cümlelerinin ardından, festival sonrası konuşulan konuların başında sinema eleştirmenleri geliyor. Sinema eleştirmeni nedir, ne yapar tartışmasından ziyade; Cronenberg ve Coen gibi farklı türlerde filmler üreten başarılı sinemacılarının, eleştirmenler hakkındaki fikirlerinin doğrultusunu tartışmaya çalışalım.
Kendilerine Eleştirmen Diyorlar, Aptalca ve Cahilce
Geçtiğimiz yılın Altın Palmiye adayları arasında sürpriz bir isim vardı. 1980’lerin korku ve gerilim sinemasında çığır açan David Cronenberg, son filmi Yıldız Haritası – Maps to the Stars ile Altın Palmiye için yarışan on sekiz yönetmenden biriydi. Cronenberg filmlerine hayran biri olarak söyleyebilirim ki, adaylığına ben bile çok şaşırmıştım. Ancak, Cronenberg bu şaşkınlığımızı aşmamıza izin vermeden, dile getirdiği cümlelerle başka bir şaşkınlık yarattı. Ünlü yönetmen özetle şunları söyledi:
“Eleştirmen olduğunu söyleyen insanlar var ve bu insanların yazılarını okuduğunuzda yazamadıklarını görüyorsunuz ya da yazabiliyorlar ama ortaya çıkardıkları yazılar aptalca ve cahilce… Daha önce adı duyulmamış bazıları da çıkıp, bunların aslında gayet iyi olduğunu söylüyor. Ama bence bunlar tamamen eleştirmenliğin sulandırılması anlamına geliyor.”
Bu çıkarımı örnek olarak Rotten Tomatoes sitesinin veren Cronenberg, sanatın temel unsurlarından biri olan eleştirmenliğin, kıymetinin azaldığı vurgusunu yapmaya çalışıyor. İnternet yayıncılığının sayılamayacak fazlalıkta insana, sinemanın daha önce sunulmamış katbekat daha fazla içerikle sunulduğunu; çok daha fazla insana sinema sevgisini, merakını ve ilgisini aşıladığını unutarak yapıyor bunu.
Bununla birlikte, bu yıl Cannes Film Festivali’nin jüri başkanlığını yürüten Coen Kardeşler’den Joel Coen de, ödül töreninin hemen ardından gerçekleştirilen basın toplantısında başka bir cümle dile getiriyor. Bambaşka bir tartışma yaratan bu cümle ise, Cronenberg’in ortaya koyduğu fikirden daha ileri giderek doğrudan bütün eleştirmenleri kapsıyor. Jüri olarak Altın Palmiye’ye layık gördükleri, Jacques Audiard’ın Paris banliyölerini anlattığı Dheepan filmine yönelik gelen tepkilere ve eleştirilere karşılık şu cümleyi kuruyor Coen:
“Bu sinema eleştirmenlerinin oluşturduğu bir jüri değil, bu bir sanatçılar jürisi.”
Kinayenin arasına saklanmış had bildirme tavrı, kelimelerin arasından fazlasıyla sızıyor, öyle değil mi? Cronenberg fikirlerini dile getirirken, “bir gazeteye ya da bir mecraya bağlı olarak harıl harıl çalışan ve maaşını bu işten alan emektarları” bir kenara ayırmıştı. Ancak Joel Coen, bu cümlesini bizzat Cronenberg’in saygıyla bir kenara ayırdığı bu eleştirmenlerin direkt yüzüne söyledi. Peki bir sinema sanatçısıyla, sinema eleştirmenlerinin sinemasal algısının bu denli ayrışmış olduğu veya olacağı düşüncesi nereden kaynaklanıyor?
Sinemanın Dinamikleri: Yönetmenler, Eleştirmenlere Karşı
Uluslararası çapta düzenlenen her festivalde, festival yönetimi tarafından bir araya getirilen jüriler dışında Uluslararası Eleştirmenler Birliği tarafından oluşturulan bağımsız FIPRESCI jürileri yer alır. Tıpkı Uluslararası Cannes Film Festivali’nde olduğu gibi. Üstelik Cannes Film Festivali, Uluslararası Eleştirmenler Haftası kapsamında altı dalda ödül takdim eder. Böyle bir atmosferde Joel Coen’in fikirleri oldukça eğreti duruyor açıkçası. Çünkü unutmamak gerekir ki, eleştirmenin sanat içerisindeki rolü yalnızca yapıtla ilgili yorumlar sıralamak değil. İşini ciddiye alan bir eleştirmen, sanatçıya prestij kazandırabileceği gibi, yapıtı da aynı şekilde tarihte önemi bir yere oturtabilir ya da tam tersini iddia edebilir. Sanatçının, kendi yapıtına kazandırabildiği değerin bir benzerini de, eleştirmen toplumun geneline yayar. Bunu yapabilmek için de elbette bir birikim gerekir. Sinema eleştirmenleri birikimleriyle birlikte, yapıta yönelik değerlendirmelerini gözlemci olarak yapar. Ancak, sinemacının işi yaratıcı kimliğine bürünmektir. Süreçlerin zorluklarından bağımsız olarak birbirinden ayrılamaz bu ikili, sanatın gelişimi ve değeri için vazgeçilmezdir. Sinema eleştirmenleri, yönetmenleri ya da genel olarak sinema sanatçılarını cahillikle suçlayacak olursa, ortaya koydukları geçerli sebepler olmalıdır. Filmle ilgili her çıkarımları, yorumları açıklayıcı bir zemine sahip olmalıdır. Nitekim öyledir de. Bunu gerek teknik ve tarihsel açıdan, gerekse çok farklı bir noktadan yapmalıdırlar. Ancak Cronenberg’in çıkarımını böyle bir zemine dayandırdığını söyleyebilmek güç. Niceliğin artışının niteliğin azalması anlamına gelmesi, salt bir gerçek değil. Bugün on yıl öncesine nazaran ne kadar fazla film eleştirisi okuyorsak, bir şekilde on yıl öncesine göre o kadar karmaşık ve çeşitli bakış açısına sahibiz diyebiliriz.
Sanatçı gözünden baktığımızda bambaşka dünyalarla karşılaşmak elbette çok olası. Bu sebepten olacaktır ki, genellikle FIPRESCI jürisiyle festival jürisinin ödül verdiği filmler farklılık gösterir. Kamera arkasının yarattığı perspektif, perdeye yansıyandan oldukça farklıdır. Bu yüzden, bu yıl Altın Palmiye kazanan Dheepan için eleştirmenler arasında “yarışma filmleri arasında en zayıf olanı” yorumu yapılırken, Jacques Audiard büyük ödülü kucakladı. Filmi henüz göremediğimiz için bir yorum yapmaya çalışmak mantıksız olur. Eleştirmenlerle sinemacılar arasındaki bu ayrılığı ne kadar deşsek de, kesin bir cevap bulma olasılığımız da oldukça az. Sanatın öznelliği buna pek izin vermiyor çünkü.
Kurumsaldan Bireysele Sinema Eleştirmenliği
Mesele sinema olduğu zaman, bazı kavramlar nedense normalde taşıdığı değerden daha küçükmüş gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Bunun başlıca sebeplerinden biri teknoloji olmalı. Her geçen gün daha rahat erişilebilir bir sanat dalı olarak sinema, müziğe kıyasla daha yoğun ve görsel ağırlıklı olması gereği büyük bir kesim tarafından yorumlanabiliyor. İnternet sağ olsun, bireysel yayıncılığın gelişmesi ve hatta sektörleşmesi sayesinde de bu yorumlara rahatlıkla ulaşabiliyoruz. Bu değişkenler; yayıncılığın en sıkıntılı zamanlarını yaratırken aynı zamanda, en parlak zamanlarını yaşamasına da vesile oluyor. Cronenberg’in bahsettiği, bir mecraya bağlı olarak harıl harıl çalışan insanlar artık, kendi yarattıkları mecralardan bütün dünyaya yayılmak için çabalıyorlar. Sınırları olmadan, sürekli üreterek ve idealleri için yapıyorlar bunu. Burada basılı yayının büyüsünü küçümsemek büyük bir hata olur ancak, günümüzde bir lüks haline gelmeye başladığını da itiraf etmek gerek.
Kaynakları sınırsız bir dünyada yaşamanın bir bedeli olarak, milyonlarca fikre kulak misafirliği yapmamız kaçınılmaz. Bu fikirlere kulak tıkamak, yok saymak ise yalnızca ilerlemeyi engeller. Yaptığımız işi başka bir koldan ilerleten, gerileten ya da ona değer katan, değerini azaltan insanların artması da her sektör için geçerli bir gerçek. Sinema açısından bu ilişki halen muğlak bir yerde duruyor ne yazık ki. En tanınan ve sevilen yönetmenlerin, bu denli tartışmalı ortaya koymaları düşündürücü bir durum. Bu da, toplum dinamiklerini kendi sanatlarını geliştirmek için başarıyla kullanabilen bu insanların, gerçekte toplumun yöneldiği doğrultuyu fazlasıyla kaçırdığı anlamına geliyor. Ayrılmaz bir bütünün parçaları olarak, hem sinemacı hem de sinema eleştirmenleri, daha mantıklı ve anlayışlı tavırların olmadığı bir ortam yaratarak, yalnızca herkesin tutkuyla bağlı olduğu sinemayı zayıflatıyor.
Bu yazı Filmloverss.com'da yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder