Bu yıl Berlinale'de yarışan filmlerden biri olan Eisenstein in Guanajuato (Eisenstein Meksika'da), yönetmen Peter Greenaway'in son dönem işlerine benzer bir yapıda. Kendisinin Festival'de izlediğimiz son filmi Jean-Luc Godard ve Edgar Pera ortaklığı sonucu ortaya çıkan 3X3D filmiydi. Deneysel çalışmaları ve efsanevi yönetmenlere saygı duruşunda bulunmayı seven bir yöentmen diyebileceğimiz Greenaway, kendi sinema görüşü konusunda oldukça ısrarcı ve inatçı bir yapıya sahip aynı zamanda. Eisenstein Meksika'da filmi için önümüzdeki yıl The Eisenstein Handshakes adıyla yayınlayacağını duyurduğu muhtemel film serisinin ilk filmi diyebiliriz. Daha önce 8½ Women gibi filmlerle Fellini'ye saygı duruşunda bulunan Greenaway, bu defa yönünü sessiz sinemanın en aykırı yönetmenlerinden olan Rus Sergei Eisenstein'a çeviriyor.
Greenaway filmine oldukça şık bir açılış yapıyor. Biyografik unsurlar barındırsa da, kurmaca bir film olan Eisenstein Meksika'da ilk dakikasından itibaren alaycı ve abartılı üslubunu ortaya koyuyor. Eisenstein'ın hayatında en parlak dönemleri geçirmeye başladığı zamanlarda film çekmek üzere Meksika'ya gidişini ve aşık oluşuna odaklanan film, sessiz sinemaya çok güzel atıfta bulunuyor. İlk sahnede kocaman bir sinema salonuna giren Eisenstein'ı perdede oynayan kendi filmi ve büyük bir orkestra karşılıyor. Ardından Eisenstein'in edebi sınıflandırmasına ve cinselliğe olan merakına şahit oluyoruz. Gerçek hayattan aldığı karakterini bir nevi sergileyen Greenaway'in abartılı üslubu, başrol oyuncusu Elmer Bäck'ta resmen vücut buluyor. Filmi oldukça iyi kaldıran Bäck, zorlayıcı sahnelere de oldukça iyi uyum sağlamış. Bir çeşit kendini keşif hikayesi anlatan Peter Greenaway, Eisenstein'ı resmederken kendisini tanımayan ve toplumcu bir açıyla sanat icra eden bir yabancı olarak tanımlıyor. Fakat filmin ve hikayenin diğer tarafında ise, yönetmenin şekilciliği fazlasıyla önemseyen tavrı çok göze batıyor. Şilili yönetmen Alejandro Jodorowski'nin karakteristik ama kaba saba sembolizmine yakın bir anlayış koyan Greenaway, bunu film içinde pek iyi yoğuramamasından ötürü kendi elini zayıflatıyor.
Filmden sonra seyircilerin sorularını yanıtlayan Elmer Bäck ve soru soran izleyicilerden bir tanesi bu şekilciliği tamamen onayladılar. Hatta Bäck, Greenaway'in sinematografik atmosferi ve teknikleri, hikayeden çok daha önde tuttuğunu söyledi. Bu tutum bazı sahneleri fazlasıyla zenginleştirse de genel çerçevede filmi tek düzeleştiren bir durum ortaya çıkarıyor. Eisenstein Meksika'da özelinde konuşursak eğer, yönetmenin ikiyüzlü bir tavır sergilediğini söyleyebilirim. Çünkü bu film, her ne kadar Greenaway'in teknik ve şekil yönünden öne çıkarmayı çalıştığı bir proje olsa da bütün gücünü karakterinden ve hikayesinden alan bir proje. Elinde böyle bir malzeme varken kendini hikaye ve karakteri hiç umursamayan bir yönetmen olarak tanımlamak kaçak dövüşmek demek. Özetlersem, Eisenstein Meksika'da iyi dinamiklerle başlasa da, kozlarını çabuk tüketmesi sebebiyle sonuna doğru tekdüze ve klişe bir hal alıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder