13 Kasım 2013

[Başka Sinema?] Mavi En Sıcak Renktir

Yılın filmi vizyona girdi. Önce Filmekimi'nde, sonra vizyonda gösterildi esasında. Mavi En Sıcak Renktir, Palme d'Or aldığından beri tartışılıyor. İzledikten sonra neden bu kadar tartışıldığını çok net anladım. Ama önce filmin vizyona girmesine bir şekilde vesile olan Başka Sinema için bir şeyler yazmak istiyorum.
















Başka Sinema, basitçe film dağıtımcısı olan M3'ün bir çeşit projesi. Yapmaya  çalıştıkları bağımsız sinemalara sahip çıkmak ve vizyona girme ihtimali az olan filmleri bu sinemalarda göstererek izleyiciyi çekmek. Filmlere bakınca öyle çok underground kalmış filmler yok tabi. O kadar riski kimse almak istemez. Beyoğlu sineması özelinde konuşursam, kasım programındaki birçok film zaten gösterilirdi. Ben bu kadar heyecan uyandıran Başka Sinema'nın güzel bir reklam projesi olduğunu düşünüyorum daha çok. Neredeyse kapalı gişe oynadığı söylense de bana doğru gelmiyor. Başka Sinema programının bir günde yaklaşık 3filme yer vermesi dışında bir farklılık yok. Dediğim gibi seçilen filmler de zaten vizyon gördüğü an kemik kitlesi tarafından izlenecek filmler. Örneğin, Mavi. Geçen seneden elimizde Amour örneği olmasına rağmen Mavi'nin bu kadar izlenmesine şaşırmamalı. Eğer Başka Sinema'nın etkisini tartışacaksak daha specifik bir filmi kullanmak lazım. Bu The Hunt olabilir ama şuan sadece 11 seansında gösterildiği için mantıklı olmaz. Demem o ki, Başka Sinema'nın çok şahane bir proje olduğunu söylemek hali hazırda yanlış olur.

Gelelim filmimize. Mavi En Sıcak Renktir, yönetmen Abdellatif Kechiche'nin beşinci uzun metrajı. Film, iki genç kadının tutkulu ilişkisini ya da kendini arayan bir teenager'ın kendi hayatını yaşamaya başladığı bir süreci ele alıyor, daha fazlası değil. Bunun için de 179 dakika çok ama çok uzun. Çünkü oldukça olağan bir hikaye ve iyi bir yönetmenin elinden çok daha kısa sürede çok güzel işlenebilir, ki bunun yığınla örneği var. Ama kabul ediyorum çoğu yerde duygu bütünlüğünü şahane yakalamış. Kimlik arayışında olan bir gencin kafasının nasıl karışabileceğini, ne gibi hatalar yapabileceğini oldukça anlaşılır şekilde izleyebiliyoruz.

Filmin iki başrolü var gibi dursa da, öyle değil. Film Adele'i izleyen ve gözleyen bir konumda. Emma ise, sadece Adele'in hayatındaki bir unsur. Onu en çok şekillendiren unsur olmasıyla bu kadar sivriliyor haliyle. İki kadın oyuncunun da uzun ve yorucu sahnelerde çok iyi iş çıkardığı bence tartışılmaz. Bu iki kadının özelinde sosyo-kültürel bir kıyas da var filmde. İki farklı yapıda aileye sahip bu çiftin uyumu daha da kıymet kazanıyor tabi bu durumda. Bir tarafta geleneksel diyebileceğim bir aile figürü varken, diğer tarafta tamamıyla açık fikirli ve rahat bir aile tablosu var. Bu tablo filmde küçük bir ayrıntıyı oluşturuyor gibi dursa da, bu durumu Emma ve Adele'in karakterlerine nasıl yansıdığına bakarak anlamaya çalışmak daha doğru geliyor bana.

Beni en çok rahatsız edense yönetmenin kamera kullanımı oldu. Bu kadar yakın plan çekimi filmi kısıtlıyor. Üç saat boyunca neye odaklanıp, odaklanmamam gerektiği söyleyen bir kameraya bakınca ister istemez sıkılabiliyorum. Keşfetmeye fırsat bırakmıyor çünkü. Özellikle filmin sessiz kaldığı anlarda. Hani derler ya, karakterle bir bütün olmalı, onunla empati kurmalısın, diye. Bu filmde bu mümkün değil. Mekanı dahi tanıyamıyorken, karakteri nasıl tanıyabilirim? Ne gördüğünü, nerede durduğunu kestiremeden hem de. Durum bu olunca izleyici olmanın ötesine geçemiyorsun ve haliyle en ufak tempo düşüklüğünde filmden kopabiliyorsun.

Özetle, palme d'Or alabilecek bir film değil Mavi. "Cannes'da gereksiz ödül verilmez" diye düşünsem de bu biraz zorlama olmuş. Sonuna kadar tribüne oynamış ve birçok eksisi var. Tabi hala yılın bomba filmi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder