Dün akşam farklı bir tecrübe yaşadım. Zaten amacım da buydu. Beklediğim gibi tabuları yıkan ve benzersiz bir projeyle karşılaştım. Projenin adı "İçtima-i Hakiki". 18. İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında aslında bir tiyatro oyunu.
Fakat klasik tiyatrodan çok farklı şekilde hazırlanmış bir oyun. Ekip yaptığı işe "politik sanat" demeyi tercih ediyor. Güncel politik varoluşun sahnedeki yansımasını araştırmak niyetiyle yola çıktık" diyorlar. Bu cümle ile merakımı cezbettiler zaten. Mevzunun özünde Arap Baharı'nın olduğu adeta bir panel havasında, araya sepiştirilmiş müzik unsurları ile video-art ve alıntılarla süslü performanslarla çok enerjik bir işti. Etkilendim. Elbette cesur farklılıklar bekliyordum ama klasikten bu kadar uzak olacağı da aklıma gelmemişti.
Ben daha çok bir mini sahnede sergilenen sarsıcı bir performans sırasında topun sıkça seyirciye atıldığı ve sürükleyici bir hikayenin oyununu izlerim diye tahmin ediyordum. İçeri ilk adım attığım anda tam önümde, yere yazılmış olarak "Barışın yolunu tıkama" yazıyordu. O andan itibaren neyle karşılaşacağımı daha çok merak etmeye başladım. Etkinlikten bir saat önce mekana gidince ve sağnak yağmurda sırılsıklam olunca kurulanıp, oturacak bir yer aradım. Koskoca fabrika tabi, gerekli yerler dışında sandalye dahi yok. Ekip de sahnesini yani seyirci koltuklarının da olduğu bölüme geçmeme izin verdi. Oturdum bir güzel ve etrafı incelemeye koyuldum. Duvarlar ve yer dopdoluydu. Duvarlarda yazılar, göndermeler, alıntılar; yerde gazeteler ve ayakkabılar; sandalyeler üzerinde de -tabir-i caizse- minik dövizler vardı. Sanki kümelenmiş gibi yerleştirilmiş sandalye öbeklerinin her birinden rahatça görülebilecek şekilde televizyonlar vardı ve bu televizyonlarda dünyanın önemli haber kanallarında çıkan "Arap Baharı" haberleri geçiyordu sırayla.
"Hala nasıl sessiz durabiliyorsunuz?"
Daha içeri girer girmez tam karşımda renkli ve kocaman "Umutsuzluğa Alışma!" yazdığını gördüm. Sonra bütün duvarları okumak istedim tek tek. Oturup gözlerimi duvarlara diktim. Birden "hadi canlanalım!" diye bir ses duydum. Yönetmek bütün ekibi çağırıp esneme hareketleri yapmaya başladı. Bende işin içine dahil oldum. Gönüllü olmadım ama kendimi o hareketleri yaparken buldum. Aralarında çok güzel bir enerji vardı. Sonra yerdeki ayakkabılarla istop oynamaya başladılar. Kenarda güzelce izliyordum ki bir ayakkabı kucağıma düştü, geri yolladım sonra bir tane daha geldi onuda yolladım, derken o ayakkabı trafiğine daldım. Oyunun saati gelince herkes sakinleşti ve yerlerini aldı.
Video-art ile oyuna başladık. Hessel'den, Camus'den, Sartre'den, Maalouf'dan alıntılarla, pasajlarla devam etti. Performansına başlayan dansçılar konuyla direkt ilgilenmeden sandalyeler arasında geziniyorlardı. Ardından seyirciyi, yani bizi işin içine dahil ettiler. Mikrofonla konuşmamız gerekiyordu çünkü internette canlı yayındaydık. Bir yandan duvar yazıları artarken, diğer tarafta biz tartışmamıza devam ediyorduk. Devrimden, barıştan, sokaktan, internetten, politikadan, Araplardan... Araya giren şarkılar söylenip, davullar çalınıyordu ve olayın iyice anlaşılmasına yardımcı metinler okunmaya devam ediyordu.
Performanslarında, saygıdeğer Albert Camus'nün "Doğrular" oyununu kullanmışlardı. Konuya daha uygun bir metin bulunamazdı herhalde! Video-artta oyuna başlayıp, canlı performansla bitirdiler. Sonra da birbirlerine ayakkabı atmaya başladılar yine. O zaman anladım, oyun başlamadan motivasyon için değil, aslında prova yapılıyormuş. Bana göre tiyatonun neredeyse tüm tabularını yıkarak ve tiyatronun dışına çıkarak yepyeni bir iş meydana getirmişler.
Başarısını tartışmak yersiz, çünkü yeni ve cesur. Başarısız olsa bile çok kredisi var. Şans tanımadan başarı beklemek ahmaklık olur. Çıkarken yönetmene de temennimi söyledim, umarım bu sadece festivalle sınırlı kalmaz ve devamı gelir. Yeni konularla ve yeni fikirlerle...
İçtima-i Hakiki ekibi bu cesareti ile takip edilmeyi, izlenmeyi ve desteklenmeyi hak ediyor.
Fakat klasik tiyatrodan çok farklı şekilde hazırlanmış bir oyun. Ekip yaptığı işe "politik sanat" demeyi tercih ediyor. Güncel politik varoluşun sahnedeki yansımasını araştırmak niyetiyle yola çıktık" diyorlar. Bu cümle ile merakımı cezbettiler zaten. Mevzunun özünde Arap Baharı'nın olduğu adeta bir panel havasında, araya sepiştirilmiş müzik unsurları ile video-art ve alıntılarla süslü performanslarla çok enerjik bir işti. Etkilendim. Elbette cesur farklılıklar bekliyordum ama klasikten bu kadar uzak olacağı da aklıma gelmemişti.
Ben daha çok bir mini sahnede sergilenen sarsıcı bir performans sırasında topun sıkça seyirciye atıldığı ve sürükleyici bir hikayenin oyununu izlerim diye tahmin ediyordum. İçeri ilk adım attığım anda tam önümde, yere yazılmış olarak "Barışın yolunu tıkama" yazıyordu. O andan itibaren neyle karşılaşacağımı daha çok merak etmeye başladım. Etkinlikten bir saat önce mekana gidince ve sağnak yağmurda sırılsıklam olunca kurulanıp, oturacak bir yer aradım. Koskoca fabrika tabi, gerekli yerler dışında sandalye dahi yok. Ekip de sahnesini yani seyirci koltuklarının da olduğu bölüme geçmeme izin verdi. Oturdum bir güzel ve etrafı incelemeye koyuldum. Duvarlar ve yer dopdoluydu. Duvarlarda yazılar, göndermeler, alıntılar; yerde gazeteler ve ayakkabılar; sandalyeler üzerinde de -tabir-i caizse- minik dövizler vardı. Sanki kümelenmiş gibi yerleştirilmiş sandalye öbeklerinin her birinden rahatça görülebilecek şekilde televizyonlar vardı ve bu televizyonlarda dünyanın önemli haber kanallarında çıkan "Arap Baharı" haberleri geçiyordu sırayla.
"Hala nasıl sessiz durabiliyorsunuz?"
Daha içeri girer girmez tam karşımda renkli ve kocaman "Umutsuzluğa Alışma!" yazdığını gördüm. Sonra bütün duvarları okumak istedim tek tek. Oturup gözlerimi duvarlara diktim. Birden "hadi canlanalım!" diye bir ses duydum. Yönetmek bütün ekibi çağırıp esneme hareketleri yapmaya başladı. Bende işin içine dahil oldum. Gönüllü olmadım ama kendimi o hareketleri yaparken buldum. Aralarında çok güzel bir enerji vardı. Sonra yerdeki ayakkabılarla istop oynamaya başladılar. Kenarda güzelce izliyordum ki bir ayakkabı kucağıma düştü, geri yolladım sonra bir tane daha geldi onuda yolladım, derken o ayakkabı trafiğine daldım. Oyunun saati gelince herkes sakinleşti ve yerlerini aldı.
Video-art ile oyuna başladık. Hessel'den, Camus'den, Sartre'den, Maalouf'dan alıntılarla, pasajlarla devam etti. Performansına başlayan dansçılar konuyla direkt ilgilenmeden sandalyeler arasında geziniyorlardı. Ardından seyirciyi, yani bizi işin içine dahil ettiler. Mikrofonla konuşmamız gerekiyordu çünkü internette canlı yayındaydık. Bir yandan duvar yazıları artarken, diğer tarafta biz tartışmamıza devam ediyorduk. Devrimden, barıştan, sokaktan, internetten, politikadan, Araplardan... Araya giren şarkılar söylenip, davullar çalınıyordu ve olayın iyice anlaşılmasına yardımcı metinler okunmaya devam ediyordu.
Performanslarında, saygıdeğer Albert Camus'nün "Doğrular" oyununu kullanmışlardı. Konuya daha uygun bir metin bulunamazdı herhalde! Video-artta oyuna başlayıp, canlı performansla bitirdiler. Sonra da birbirlerine ayakkabı atmaya başladılar yine. O zaman anladım, oyun başlamadan motivasyon için değil, aslında prova yapılıyormuş. Bana göre tiyatonun neredeyse tüm tabularını yıkarak ve tiyatronun dışına çıkarak yepyeni bir iş meydana getirmişler.
Başarısını tartışmak yersiz, çünkü yeni ve cesur. Başarısız olsa bile çok kredisi var. Şans tanımadan başarı beklemek ahmaklık olur. Çıkarken yönetmene de temennimi söyledim, umarım bu sadece festivalle sınırlı kalmaz ve devamı gelir. Yeni konularla ve yeni fikirlerle...
İçtima-i Hakiki ekibi bu cesareti ile takip edilmeyi, izlenmeyi ve desteklenmeyi hak ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder