Geç gelen bu kısa One Love yazısını daha da geciktirmenin gereği yok sanıyorum. Son yılların en çok sıkıntılanan festivali, geçen yıl kendini iyice şehrin dışına atarak nefes almıştı. Geçen yıl uzak kalmıştım ben de. Bu sefer de aynı şekilde düşünüyordum aslında. Ama festival atmosferinin cazibesine kapıldım ve ikinci gününde kendimi Life Park'a attım. Türkiye şartlarında ulaşımı makul ve şekli şemali pek uygun duran One Love'a pek laf atmaya mecalim yok. Gerek de duymuyorum şahsen. Metrodan indikten sonra 20 dakikalık, 5 lira maliyetli bir yolculuk sonrasında küçük ana saheneli festival alanına varmak mümkün oldu. Dönüşü trafikten dolayı daha da kısa sürüyor. Gitmeye niyet edince bir şekilde varılıyor zaten, orası pek sıkıntı değil.
Alana girince insan kendini ana sahnenin göbeğinde buluyor. İşin kötüsü festival alanı sadece o alandan ibaretmiş gibi duruyor. Çünkü Life Park bir orman ve diğer bütün sahneler, standlar ormanın içinde. Biraz aranında küçük keşifler yapıyor ve mutlu oluyor insan. Tabii, ilk seferde ikinci sahneyi, Union Sahnesi'ni bulana ödül var. Çünkü Union alanın tam tersinde ve kendine ait bir dünyası var.
One Love tecrübelerim hep sürprizlerle dolu oldu benim. Güzel sürprizler tabi ki bunlar. Mesela Selah Sue gibi bir mucizeyle One Love'da tanıştım ben ilk olarak. Sonra, Kimbra'nın büyüsünü ilk olarak One Love'da gördüm. Kendilerine "One Love'ın Kadınları" diyorum ben. One Love'ın Kadınları'na bu yıl Ceylan Ertem de eklendi nazarımda. Kendisine karşı bir ön yargım vardı. Ceylan Ertem, 'belediye festivallarine çıkmayan büyük bir müzisyen' olduğu için kendisinden pek haz etmiyordum. Müziği de iç açıcı gelmiyordu doğrusu. Ama sahnesini izledikten sonra bu fikirlerimde değişiklik oldu, doğruya doğru. Güzel bir ekibi var öncelikle. Sahnede gereksiz ve zevzekçe şov yapmasa iyi müzisyen aslında. Yıldız Tilbe coverı yapmış bir de. Çığlıklarla onu çalmasını talep eden bir kitle vardı. Şarkının orijinalini dinlemişler midir acaba diye bir dede sorusu canlandı kafamda. Hala da düşünüyorum yalan yok. Ceylan Ertem öyle büyüleyici falan değil ama, sahneyi öyle ya da böyle doldurabiliyor. Ön yargılarımı tamamen yıkamadı ama, yumuşattı. Bu da çok haksız olmadığımı anladığım anlamına geliyor. Bir de Murat Çopur meselesi var. Hangi gruba baksam bu adamı görüyorum sanki. Aynı anda kaç projede yer alabilir bir insan? Bıktım şahsen, birazcık farklılık istiyorum. Hayır, memlekette basçı bariz şekilde yok demek ki. Neyse.
Ceylan Ertem'den sonra, Alman kültürünün bir ürünü olan ve TRT Hafif Müzik Korosu üyelerine öykünen Kanadalı Austra sahneye çıktı. Moda anlayışıyla gözleri kör ettikten sonra, basları ağır basan ama basmakalıp müziği ile bizleri darlamaya başladı. Şarkılarında La Roux, Kimbra ve beceriksizce bir Florence Welsh esintisi duymak mümkün, hatta bolca var. Ortaya karışık yapmış. Ben fazla dayanamadım ve kendimi önce yiyecek alanına, ordan da Union Sahnesi'ne attım.
Gelgelelim asıl konulardan birine. Union Sahnesi'nde o gün The Ringo Jets vardı. İçimdeki fanboy'un da eşlik etmesiyle kan, ter, rock'n roll ve the ringo jets muhteşem dörtlüsüyle alanı domine ettik. Çok seviyorum kendilerini. Özellikle Lale'ye karşı açıklayamadığım bir sevgi besliyorum. Tonmaister'ın sabotajlarına rağmen baya güzel bir performans sergilediler. Her zamanki gibi neşeli ve sıcaklardı. Öyle böyle değil, çok seviyorum. Ama arzu edilenden, hak ettiklerinden kısa çaldılar elbette, her zaman olduğu gibi. Ardından yine ana sahneye Tom Odell oğlanı dinlemeye geçtik. O da beklemediğim bir ustalıkla sahneyi götürüyordu. Ortasından, hatta sonundan yakaladığım için pek bir şey diyemem ama, kalabalık mest olmuştu. Piyano başında çok şahane işler çıkarıyor ama, o kadarını söyleyebilirim. En sona kalan Little Dragon ise biraz hayalkırıklığıydı. Performansın bitimine kadar dayanamadım şahsen.
Alanın yetersizliği ve düzensizliği dışında, performansların arasının yeterince dolmadığı ve bolca vakit kaybına sebep olduğunu söylemek gerek. Bilet fiyatları da fazlasıyla fahiş. Neyse ki standlardaki fiyatlar idare eder düzeydeydi. Genel olarak kalan tek istikrarlı ve eli yüzü düzgün festival olarak One Love'a sarılıyor ve gerçekleşemeyen Blur'lu, Foals'lı o şahane line-up'lardan bir yetmez üç, üç yetmez beş, beş de yetmez yedi tane daha yapmasını can-ı gönülden istiyorum(z).
Nice 14 yıllara!
Alana girince insan kendini ana sahnenin göbeğinde buluyor. İşin kötüsü festival alanı sadece o alandan ibaretmiş gibi duruyor. Çünkü Life Park bir orman ve diğer bütün sahneler, standlar ormanın içinde. Biraz aranında küçük keşifler yapıyor ve mutlu oluyor insan. Tabii, ilk seferde ikinci sahneyi, Union Sahnesi'ni bulana ödül var. Çünkü Union alanın tam tersinde ve kendine ait bir dünyası var.
One Love tecrübelerim hep sürprizlerle dolu oldu benim. Güzel sürprizler tabi ki bunlar. Mesela Selah Sue gibi bir mucizeyle One Love'da tanıştım ben ilk olarak. Sonra, Kimbra'nın büyüsünü ilk olarak One Love'da gördüm. Kendilerine "One Love'ın Kadınları" diyorum ben. One Love'ın Kadınları'na bu yıl Ceylan Ertem de eklendi nazarımda. Kendisine karşı bir ön yargım vardı. Ceylan Ertem, 'belediye festivallarine çıkmayan büyük bir müzisyen' olduğu için kendisinden pek haz etmiyordum. Müziği de iç açıcı gelmiyordu doğrusu. Ama sahnesini izledikten sonra bu fikirlerimde değişiklik oldu, doğruya doğru. Güzel bir ekibi var öncelikle. Sahnede gereksiz ve zevzekçe şov yapmasa iyi müzisyen aslında. Yıldız Tilbe coverı yapmış bir de. Çığlıklarla onu çalmasını talep eden bir kitle vardı. Şarkının orijinalini dinlemişler midir acaba diye bir dede sorusu canlandı kafamda. Hala da düşünüyorum yalan yok. Ceylan Ertem öyle büyüleyici falan değil ama, sahneyi öyle ya da böyle doldurabiliyor. Ön yargılarımı tamamen yıkamadı ama, yumuşattı. Bu da çok haksız olmadığımı anladığım anlamına geliyor. Bir de Murat Çopur meselesi var. Hangi gruba baksam bu adamı görüyorum sanki. Aynı anda kaç projede yer alabilir bir insan? Bıktım şahsen, birazcık farklılık istiyorum. Hayır, memlekette basçı bariz şekilde yok demek ki. Neyse.
Ceylan Ertem'den sonra, Alman kültürünün bir ürünü olan ve TRT Hafif Müzik Korosu üyelerine öykünen Kanadalı Austra sahneye çıktı. Moda anlayışıyla gözleri kör ettikten sonra, basları ağır basan ama basmakalıp müziği ile bizleri darlamaya başladı. Şarkılarında La Roux, Kimbra ve beceriksizce bir Florence Welsh esintisi duymak mümkün, hatta bolca var. Ortaya karışık yapmış. Ben fazla dayanamadım ve kendimi önce yiyecek alanına, ordan da Union Sahnesi'ne attım.
Gelgelelim asıl konulardan birine. Union Sahnesi'nde o gün The Ringo Jets vardı. İçimdeki fanboy'un da eşlik etmesiyle kan, ter, rock'n roll ve the ringo jets muhteşem dörtlüsüyle alanı domine ettik. Çok seviyorum kendilerini. Özellikle Lale'ye karşı açıklayamadığım bir sevgi besliyorum. Tonmaister'ın sabotajlarına rağmen baya güzel bir performans sergilediler. Her zamanki gibi neşeli ve sıcaklardı. Öyle böyle değil, çok seviyorum. Ama arzu edilenden, hak ettiklerinden kısa çaldılar elbette, her zaman olduğu gibi. Ardından yine ana sahneye Tom Odell oğlanı dinlemeye geçtik. O da beklemediğim bir ustalıkla sahneyi götürüyordu. Ortasından, hatta sonundan yakaladığım için pek bir şey diyemem ama, kalabalık mest olmuştu. Piyano başında çok şahane işler çıkarıyor ama, o kadarını söyleyebilirim. En sona kalan Little Dragon ise biraz hayalkırıklığıydı. Performansın bitimine kadar dayanamadım şahsen.
Alanın yetersizliği ve düzensizliği dışında, performansların arasının yeterince dolmadığı ve bolca vakit kaybına sebep olduğunu söylemek gerek. Bilet fiyatları da fazlasıyla fahiş. Neyse ki standlardaki fiyatlar idare eder düzeydeydi. Genel olarak kalan tek istikrarlı ve eli yüzü düzgün festival olarak One Love'a sarılıyor ve gerçekleşemeyen Blur'lu, Foals'lı o şahane line-up'lardan bir yetmez üç, üç yetmez beş, beş de yetmez yedi tane daha yapmasını can-ı gönülden istiyorum(z).
Nice 14 yıllara!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder