Festivalleri seviyorum, hele ki birkaç günlük, uzun festivalleri. Çünkü yeni gruplar keşfetmenin, yeni tecrübelerin, yeni arkadaşlıkların; eski dostlarla arayı kapatmanın, sevdiğin grupları dinlemenin, yere boylu boyunca uzanıp müzik dinlemenin en keyifli yolu. Bu sene elimizde avcumuzda bi Rock'n Coke kaldı tabi. Onlarda bu şansı iyi değerlendirdiler, yoksa bu line-up asla yetmezdi. İptaller sağolsun festival full çekti.
Bu sene organizatör farklı, acaba nasıl olmuş; line-up macar salamı, sahiden sziget havası var mı; falan derken bol aktarmalı yolculuğun sonunda Hezarfen'e ulaştım. Beylikdüzü taksicileri servislerle aynı fiyatlarla taşıyorlar ve 15-20 dakikada alanda oluveriyorsunuz. Alanı bu sene daha derli toplu oturtmuşlar. Kalabalığı bölmüşler, trafiği rahatlatmışlar. Tuvalet sorunu nispeten daha halledilmiş. Fiyatlar oldukça makul. Sanki pek sıra da yok gibi; e güzel olmuş. Tabi sıra yok gibi derken öğlen yok gibi, saat 17.oo itibarıyle sıraya giren kayboluyor, hapsoluyor. Ödeme sıkıntısı, çöken pos makineleri, çekmeyen telefonlar derken yine dertler birikiyor.
Bu sene fazladan bir sahne olunca alanı biraz büyütmüşler. Fazladan sahne iyidir, çeşitliliği artırır. Ama sahneleri çoğaltırken "acaba sesler birbirini karışır mı?" diye de düşüneceksin. Çoğu yerde birden fazla grubu duyabiliyorsunuz ve bu hiç iyi bir şey değil. Özellikle zaten kenara fırlatılmış keşif sahnesinde amatör ve heyecanlı bir gruba sarmışsanız ana sahnenin gürültüsü sizi çok rahatsız ediyor. Ortamda bir değişiklik var ama hala festivali çekilmez kılan bir sürü zorluk var.
Mesela benim en çok hoşuma giden değişiklik yiyecek çadırlarındaki çeşitlilik oldu. Sadece fastfood değil, aynı zamanda çorbacı ve noodle gibi alternatifler de yer almış. Elinde noodle ile gezenler, kalçada şortlar, helikopterler en bol görünen görüntü. Ayrıca gençlik hayallerini sahnede izleyen 30'a merdiven dayamış, ahenkle ritm tutarken bütün vücudunu kullanan ağbiler, amcalar da her yerde.
Gitmeden kendime program hazırladım ki, orta yerde "napsam ki?" diye kalakalmayayım. İlk durağım Zero sahnesi'nde The Ringo Jets. Ama evden çıkamayınca, saatlerce yol gelince son şarkıya yetişebildim ancak. "Son şarkı arkadaşlar" dedi Deniz birden. E napalım dinledik bir güzel. Editors'a kadar Yemen Blues'u tadarım demiştim ama Ayyuka tuttu ve bırakmadı beni. Müziklerine aşığım zaten ama sahnedeyken kulağa çok daha güzel geliyormuş. Küçük sahneler böyle sıcacık oluyor ya, hastasıyım.
Yavaştan ana sahneye Editors'a kaydım. Sonunda kavuştum yahu! Yeni albümleri ne kadar vasat olsa da en önlerden izledim. Damn you Urbanowicz! Yeni, eski, yeni, eski sıralamasıyla çaldılar. Şahsen çok keyif aldım. Bu adamların değişik bir yeri var bende. Bones ve Papilion tabi ki en hareketlendiren şarkılar oldu. Ama You Don't Know Love'ı neden çalmadılar, merak ediyorum doğrusu. Bir de iki gündür Editors'ü yerden yere vuranlar çıktı ortaya. Yahu nedir alıp veremediğiniz vallahi bir anlasam. Ne güzel dinledik. Ahım şahım değiller ve ilk albümlerinden de uzaklar ama severek dinliyorum.
Tekrar Zero sahnesi, Palma Violets. Aynı anda ana sahnede Duman olduğu için kalabalık pek azdı. Fakat bu adamlar fazla enerjikler. Gitar çalmak zorunda olmasalar bütün traslara tırmanıp birinden diğerine sıçrarlardı gerçekten. Damien Rice halt etmiş! Tabi şöyle bir sıkıntı var, hemen bütün şarkıları aynı. Hani bağlasalar "ne uzun şarkıymış la" dersin. Tam festival grubu, her festivale lazım böyle gruplar. Ama bu gece Babylon'da olduklarını duysam gitmem. 40 dakika fazlasıyla yetiyor.
Şimdi doğru ana sahneye, Hurts zamanı! Çok yakışıklı müzik yapıyorlar. Kesinlikle tanımları bu. Tevazu da bir dünya markası adamlar. Theo Hutchcraft seyirciden reaksiyon aldıkça çocuk gibi sevindi. Şaşkınlığı gülümsemesinin her santimine yansıdı, gerçekten. Sadece Wonderful Life'ın hit olduğunu düşünürsek haksız da değildi hani. Bütün bu reaksiyonda mikrofonu parçalamasının da büyük payı var tabi. Yaptıkları işi çok seviyorlar, müziği seviyorlar, seyirciye hitap etmesini biliyorlar, dediğim gibi çok samimi ve mütevaziler; kendilerini çok sevdim.
Büyük balıkta şimdi sıra, Arctic Monkeys. Benim ilgimi çeken üç ekipten biriydi. Büyük heyecanla bekledik elimizde beleş içkilerimizle. Patlayan flaşlardan epilepsi olmak üzereyken parıltılı ceketiyle Alex belirdi. Do I Wanna Know ile açtı sahneyi. Setlist'i çok güzel hazırlamışlar ama bütün gün herkeste bir durgunluk vardı ve bu devam etti. Alex gittikçe büyük bir yıldız olabilir, hatta öyle olduğunu düşünmeye başlamış bile, ama asla bir Damon Albarn ya da Liam Gallagher olamaz. Arctic Monkey de bir The Strokes olamayacak. Evet, Alex'in müzikal zekası çok parlak; evet, grup olarak çok güzel bir çıkış yakaladılar; evet, seviliyorlar ama ne seyirciyle diyalog kurabiliyor, ne de en ufak yolunda gitmemezlik anında durumu kotabiliyorlar. Yine de yepyeni, çok şık bir albüm yapmış, beklediğim bir grup var karşımda bunları çok dert etmedim. Biss'te de iyi bir dönüş yaptılar ve güzel bitirdiler.
En çok beklediğim ve merakladığım kısma geldik, La Roux. Zero sahnesine doğru giderken şehir sahnesinin önünden geçtik. İnanılmaz bir kalabalık vardı. Sonradan o saatte Emre Arısev'in olduğunu öğrendim. Geçen sefer Club Bangkok ile tanışmıştım, bu sefer de Emre'yi farkettim. Umarım o da Bangkok gibi patlar. Neyse La Roux için yerimizi aldık. Çok güzel bir kalabalık vardı, neredeyse ana sahne kadar. Elly sahneye çıktığında çok güzel karşılandı. Enfes bir kadın! Her duruşu pozluk. Karşımda Tilda Swinton var sandım bir an. Enfesti gerçekten, çok hakim olmamama rağmen çok deli keyif aldım. Harika final oldu benim için.
Bir de bonus olarak Silent Disco vardı ki, kulaklığı takınca kapılıp gidiyorsun. Çok zevkli. Gelmiş geçmiş en güzel festival icadı. Teyitli! Kulağında kulaklık haykıra haykıra şarkı söylemek inanılmaz rahatlatıcı bir yöntem. Şiddetle tavsiye...
Genel olarak çok eksiği ve çok uğraştıran tarafları var hala Rock'n Coke'un. Bu yıl herkeste de bir bezginlik var gibiydi, anlayamadım. Benim festival görüşüm o an şikayet etmek yerine olabildiği kadar tadını çıkarmak. Birçok şeyden memnun değildim ama günü neden kendime zehir edeyim ki? Bak, ne güzel burada içimi döküyorum işte. Hayat şikayet etmek için çok kısa. Hele ki bizimki gibi berbat ve dertler üstüne kurulmuş bir ülkede şikayet etmek için vakit bulmak lüks bana kalırsa. Hem de gereksiz. Ben müziği seviyorum, canlı dinledikçe daha da keyfine varıyorum. Çevremde sevdiğim bir iki insan olduktan sonra koy götüne dünyanın be!
Müzik güzeldir, festivaller de öyle.
Bu sene organizatör farklı, acaba nasıl olmuş; line-up macar salamı, sahiden sziget havası var mı; falan derken bol aktarmalı yolculuğun sonunda Hezarfen'e ulaştım. Beylikdüzü taksicileri servislerle aynı fiyatlarla taşıyorlar ve 15-20 dakikada alanda oluveriyorsunuz. Alanı bu sene daha derli toplu oturtmuşlar. Kalabalığı bölmüşler, trafiği rahatlatmışlar. Tuvalet sorunu nispeten daha halledilmiş. Fiyatlar oldukça makul. Sanki pek sıra da yok gibi; e güzel olmuş. Tabi sıra yok gibi derken öğlen yok gibi, saat 17.oo itibarıyle sıraya giren kayboluyor, hapsoluyor. Ödeme sıkıntısı, çöken pos makineleri, çekmeyen telefonlar derken yine dertler birikiyor.
Bu sene fazladan bir sahne olunca alanı biraz büyütmüşler. Fazladan sahne iyidir, çeşitliliği artırır. Ama sahneleri çoğaltırken "acaba sesler birbirini karışır mı?" diye de düşüneceksin. Çoğu yerde birden fazla grubu duyabiliyorsunuz ve bu hiç iyi bir şey değil. Özellikle zaten kenara fırlatılmış keşif sahnesinde amatör ve heyecanlı bir gruba sarmışsanız ana sahnenin gürültüsü sizi çok rahatsız ediyor. Ortamda bir değişiklik var ama hala festivali çekilmez kılan bir sürü zorluk var.
Mesela benim en çok hoşuma giden değişiklik yiyecek çadırlarındaki çeşitlilik oldu. Sadece fastfood değil, aynı zamanda çorbacı ve noodle gibi alternatifler de yer almış. Elinde noodle ile gezenler, kalçada şortlar, helikopterler en bol görünen görüntü. Ayrıca gençlik hayallerini sahnede izleyen 30'a merdiven dayamış, ahenkle ritm tutarken bütün vücudunu kullanan ağbiler, amcalar da her yerde.
Gitmeden kendime program hazırladım ki, orta yerde "napsam ki?" diye kalakalmayayım. İlk durağım Zero sahnesi'nde The Ringo Jets. Ama evden çıkamayınca, saatlerce yol gelince son şarkıya yetişebildim ancak. "Son şarkı arkadaşlar" dedi Deniz birden. E napalım dinledik bir güzel. Editors'a kadar Yemen Blues'u tadarım demiştim ama Ayyuka tuttu ve bırakmadı beni. Müziklerine aşığım zaten ama sahnedeyken kulağa çok daha güzel geliyormuş. Küçük sahneler böyle sıcacık oluyor ya, hastasıyım.
Yavaştan ana sahneye Editors'a kaydım. Sonunda kavuştum yahu! Yeni albümleri ne kadar vasat olsa da en önlerden izledim. Damn you Urbanowicz! Yeni, eski, yeni, eski sıralamasıyla çaldılar. Şahsen çok keyif aldım. Bu adamların değişik bir yeri var bende. Bones ve Papilion tabi ki en hareketlendiren şarkılar oldu. Ama You Don't Know Love'ı neden çalmadılar, merak ediyorum doğrusu. Bir de iki gündür Editors'ü yerden yere vuranlar çıktı ortaya. Yahu nedir alıp veremediğiniz vallahi bir anlasam. Ne güzel dinledik. Ahım şahım değiller ve ilk albümlerinden de uzaklar ama severek dinliyorum.
Tekrar Zero sahnesi, Palma Violets. Aynı anda ana sahnede Duman olduğu için kalabalık pek azdı. Fakat bu adamlar fazla enerjikler. Gitar çalmak zorunda olmasalar bütün traslara tırmanıp birinden diğerine sıçrarlardı gerçekten. Damien Rice halt etmiş! Tabi şöyle bir sıkıntı var, hemen bütün şarkıları aynı. Hani bağlasalar "ne uzun şarkıymış la" dersin. Tam festival grubu, her festivale lazım böyle gruplar. Ama bu gece Babylon'da olduklarını duysam gitmem. 40 dakika fazlasıyla yetiyor.
Şimdi doğru ana sahneye, Hurts zamanı! Çok yakışıklı müzik yapıyorlar. Kesinlikle tanımları bu. Tevazu da bir dünya markası adamlar. Theo Hutchcraft seyirciden reaksiyon aldıkça çocuk gibi sevindi. Şaşkınlığı gülümsemesinin her santimine yansıdı, gerçekten. Sadece Wonderful Life'ın hit olduğunu düşünürsek haksız da değildi hani. Bütün bu reaksiyonda mikrofonu parçalamasının da büyük payı var tabi. Yaptıkları işi çok seviyorlar, müziği seviyorlar, seyirciye hitap etmesini biliyorlar, dediğim gibi çok samimi ve mütevaziler; kendilerini çok sevdim.
Büyük balıkta şimdi sıra, Arctic Monkeys. Benim ilgimi çeken üç ekipten biriydi. Büyük heyecanla bekledik elimizde beleş içkilerimizle. Patlayan flaşlardan epilepsi olmak üzereyken parıltılı ceketiyle Alex belirdi. Do I Wanna Know ile açtı sahneyi. Setlist'i çok güzel hazırlamışlar ama bütün gün herkeste bir durgunluk vardı ve bu devam etti. Alex gittikçe büyük bir yıldız olabilir, hatta öyle olduğunu düşünmeye başlamış bile, ama asla bir Damon Albarn ya da Liam Gallagher olamaz. Arctic Monkey de bir The Strokes olamayacak. Evet, Alex'in müzikal zekası çok parlak; evet, grup olarak çok güzel bir çıkış yakaladılar; evet, seviliyorlar ama ne seyirciyle diyalog kurabiliyor, ne de en ufak yolunda gitmemezlik anında durumu kotabiliyorlar. Yine de yepyeni, çok şık bir albüm yapmış, beklediğim bir grup var karşımda bunları çok dert etmedim. Biss'te de iyi bir dönüş yaptılar ve güzel bitirdiler.
En çok beklediğim ve merakladığım kısma geldik, La Roux. Zero sahnesine doğru giderken şehir sahnesinin önünden geçtik. İnanılmaz bir kalabalık vardı. Sonradan o saatte Emre Arısev'in olduğunu öğrendim. Geçen sefer Club Bangkok ile tanışmıştım, bu sefer de Emre'yi farkettim. Umarım o da Bangkok gibi patlar. Neyse La Roux için yerimizi aldık. Çok güzel bir kalabalık vardı, neredeyse ana sahne kadar. Elly sahneye çıktığında çok güzel karşılandı. Enfes bir kadın! Her duruşu pozluk. Karşımda Tilda Swinton var sandım bir an. Enfesti gerçekten, çok hakim olmamama rağmen çok deli keyif aldım. Harika final oldu benim için.
Bir de bonus olarak Silent Disco vardı ki, kulaklığı takınca kapılıp gidiyorsun. Çok zevkli. Gelmiş geçmiş en güzel festival icadı. Teyitli! Kulağında kulaklık haykıra haykıra şarkı söylemek inanılmaz rahatlatıcı bir yöntem. Şiddetle tavsiye...
Genel olarak çok eksiği ve çok uğraştıran tarafları var hala Rock'n Coke'un. Bu yıl herkeste de bir bezginlik var gibiydi, anlayamadım. Benim festival görüşüm o an şikayet etmek yerine olabildiği kadar tadını çıkarmak. Birçok şeyden memnun değildim ama günü neden kendime zehir edeyim ki? Bak, ne güzel burada içimi döküyorum işte. Hayat şikayet etmek için çok kısa. Hele ki bizimki gibi berbat ve dertler üstüne kurulmuş bir ülkede şikayet etmek için vakit bulmak lüks bana kalırsa. Hem de gereksiz. Ben müziği seviyorum, canlı dinledikçe daha da keyfine varıyorum. Çevremde sevdiğim bir iki insan olduktan sonra koy götüne dünyanın be!
Müzik güzeldir, festivaller de öyle.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder