Elektronik müzikle hep bir anlaşmazlığım oldu benim. Böyle soğuk, zevksiz ve gereksiz geliyordu bana. Lazer sesleri, amaçsız gıcırtılar, "fijü fijü" diye sesler... Sonradan farkettim, meğersem uzaktan bakınca öyle oluyorumuş, bir de perspektif hatasından... Bir klibe rastladım bakış açım fazlasıyla değişti sonra.
Beş yıl kadar önceydi sanırım. Evde geçen normal bir gün. Ağır metalciyim o zamanlar, başka hiçbir şey dinlemiyorum. Televizyonda Dream tv açık, çalıyor bir şeyler. O sırada The Prodigy diye birkaç herifin klibi oynamaya başladı. Firestarter. Oturdum izliyorum. "Ne yapmış bu adamlar? Bu zamana kadar neredeydiniz?" falan diyorum kendi kendime. Sonra günlerdir onları dinlediğimi biliyorum. Şarkının olduğu albümü The Fat of the Land çok şahane bir albümdür adeta. Firestarter'ın yanı sırada Breathe, Smack My Bitch Up, Fuel My Fire gibi kült şarkılar barındırır. Enfestir. Dinledikçe sevdim, halen de bayıla bayıla dinlerim.
İşte böyle bir aydınlanmadan sonra ne kadar sığ olduğumu farkettim. O zaman ki değişmez tarzıma da oldukça yakın olduğu için diğerlerinden ziyade Prodigy'i sevmem gayet normal tabi. Rock festivallerine headliner olabilen adamlar onlar, taviz de vermiyorlar.
Bende kendimi keşfettiğim yeni bir evreye girdim. Sevdiğim sevmediğim herkese baştan bir baktım, başka başka baktım. Radiohead'i süzgeçten geçirip dinlerdim, olduğu bağrıma bastım ve asıl cevherlerini keşfettim. Björk denizinde balık oldum. Bizim ağbilerden Portecho'yu sevdim, çok sevdim. Çok iyi dans müziği yapan gruplara rastladım sonra. LCD Soundsystem, Depeche Mode, Massive Attack, Röyskopp falan derken bir baktım, bu yıl en bayıldığım albümler ağır elektronik tabanlı oluvermiş. Metronomy, Django Django, alt-J ve tabi ki yılın en muazzam eseri Crystal Castles'dan III...
Böyle böyle derken aslında bir bakıma başkalaşım geçirmiş gibi oldum. Bakış açım bambaşka bir yerde şu anda. Ama itiraf edeyim Frank Ocean'a halen ısınamadım, sevemedim bir türlü. Bunun yanında Crystal Castles'ı dinlemeyen varsa, kalmasın. Net.
Beş yıl kadar önceydi sanırım. Evde geçen normal bir gün. Ağır metalciyim o zamanlar, başka hiçbir şey dinlemiyorum. Televizyonda Dream tv açık, çalıyor bir şeyler. O sırada The Prodigy diye birkaç herifin klibi oynamaya başladı. Firestarter. Oturdum izliyorum. "Ne yapmış bu adamlar? Bu zamana kadar neredeydiniz?" falan diyorum kendi kendime. Sonra günlerdir onları dinlediğimi biliyorum. Şarkının olduğu albümü The Fat of the Land çok şahane bir albümdür adeta. Firestarter'ın yanı sırada Breathe, Smack My Bitch Up, Fuel My Fire gibi kült şarkılar barındırır. Enfestir. Dinledikçe sevdim, halen de bayıla bayıla dinlerim.
İşte böyle bir aydınlanmadan sonra ne kadar sığ olduğumu farkettim. O zaman ki değişmez tarzıma da oldukça yakın olduğu için diğerlerinden ziyade Prodigy'i sevmem gayet normal tabi. Rock festivallerine headliner olabilen adamlar onlar, taviz de vermiyorlar.
Bende kendimi keşfettiğim yeni bir evreye girdim. Sevdiğim sevmediğim herkese baştan bir baktım, başka başka baktım. Radiohead'i süzgeçten geçirip dinlerdim, olduğu bağrıma bastım ve asıl cevherlerini keşfettim. Björk denizinde balık oldum. Bizim ağbilerden Portecho'yu sevdim, çok sevdim. Çok iyi dans müziği yapan gruplara rastladım sonra. LCD Soundsystem, Depeche Mode, Massive Attack, Röyskopp falan derken bir baktım, bu yıl en bayıldığım albümler ağır elektronik tabanlı oluvermiş. Metronomy, Django Django, alt-J ve tabi ki yılın en muazzam eseri Crystal Castles'dan III...
Böyle böyle derken aslında bir bakıma başkalaşım geçirmiş gibi oldum. Bakış açım bambaşka bir yerde şu anda. Ama itiraf edeyim Frank Ocean'a halen ısınamadım, sevemedim bir türlü. Bunun yanında Crystal Castles'ı dinlemeyen varsa, kalmasın. Net.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder