Bir film izledim. Gerçek bir hikayenin kurgusuydu, tıpkı Ed Wood ve 127 Hours gibi. Filmde Sean Penn başroldeydi ve James Franco henüz çok daha gençti. Bir başkaldırının ve hakkını arayan insanların öyküsüydü.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin ilk kuralı: "Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar; herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir." Bütün devletler bu bildirgenin altına imza atmıştır. Fakat her devlet gibi yine iki yüzlü tavırlar ve bazı politikacıların kendilerini "tek söz sahibi" sanmaları yüzünden çoğu insanın tepesine demokrasinin demir yumruğu indi. Para ve güç aşkı her insanı etkiler...
Bu politikacılar, insanların iç dünyalarını düzene sokmak ve hayatta bir amaç edinmek için inandıkları değerlerini sürekli kışkırtarak kendi fikirlerine ve çıkarlarına çekmeye çalıştılar. Bunu halen yapıyorlar. En iyi oyuncuların ve yalancıların politikacılar olduğu söylenir, fakat bazen o kadar yüzsüzleşebiliyorlar ki, insanlara doğrudan hakaret edebiliyorlar. Sebep? Özgür iradelerini kullanarak hayatlarına istedikleri şekilde yön verdikleri için. O insanlar kendi istekleri doğrultusunda karar verdikleri için, politikacıların çıkarları doğrultusunda değil, uzun kavgalar vermişler.
İşte takıldığım nokta burası. Ben, sadece görünce rahatsız olduğum için, bir başkasına müdahele edemem, etmemeliyim. Ben ne isem, o da aynısı. Herbirimizin rahatsızlık duyduğu, istemedi ve hatta görünce iğrendiği bir çok kriter var ama sırf istemiyoruz, sevmiyoruz diye onları dünyadan silemeyiz. Her koyun kendi bacağından asılır. Karşımdaki insan bir karar almışsa eğer; ben sadece fikrimi söylerim, belki biraz ısrar ederim. Ama silah zoruyla onu vazgeçiremem. Bu tacizdir.
Kimsenin böyle bir hakkı yok. Fakat her geçen gün bu tacizlerin artması, insanların iradelerine saygı duyulmaması olağan ve normal. Böyle olmak zorunda mı? İnsanlara, düşüncelerine, fikirlerine ve kararlarına saygı duymak gerekir. Bugün ben saygı göstermezsem yarın ben ayaklar altına alınırım. Bir fikre saygı duymak da o fikri kabul etmek veya destek vermek demek değildir, asla. Bu iki kavram birbirlerinden çok farklı. Kısacası, eğer farklı fikirlere ve insanlara saygı göstermeyi öğrenmezsek elimizdeki teknolojinin, zekanın, imkanların ve de saygınlığın; hatta kendimizin bir anlamı kalmaz.İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin ilk kuralı: "Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar; herhangi bir ayrım gözetilmeksizin, bu bildirgede belirtilen bütün hak ve özgürlüklere sahiptir." Bütün devletler bu bildirgenin altına imza atmıştır. Fakat her devlet gibi yine iki yüzlü tavırlar ve bazı politikacıların kendilerini "tek söz sahibi" sanmaları yüzünden çoğu insanın tepesine demokrasinin demir yumruğu indi. Para ve güç aşkı her insanı etkiler...
Bu politikacılar, insanların iç dünyalarını düzene sokmak ve hayatta bir amaç edinmek için inandıkları değerlerini sürekli kışkırtarak kendi fikirlerine ve çıkarlarına çekmeye çalıştılar. Bunu halen yapıyorlar. En iyi oyuncuların ve yalancıların politikacılar olduğu söylenir, fakat bazen o kadar yüzsüzleşebiliyorlar ki, insanlara doğrudan hakaret edebiliyorlar. Sebep? Özgür iradelerini kullanarak hayatlarına istedikleri şekilde yön verdikleri için. O insanlar kendi istekleri doğrultusunda karar verdikleri için, politikacıların çıkarları doğrultusunda değil, uzun kavgalar vermişler.
İşte takıldığım nokta burası. Ben, sadece görünce rahatsız olduğum için, bir başkasına müdahele edemem, etmemeliyim. Ben ne isem, o da aynısı. Herbirimizin rahatsızlık duyduğu, istemedi ve hatta görünce iğrendiği bir çok kriter var ama sırf istemiyoruz, sevmiyoruz diye onları dünyadan silemeyiz. Her koyun kendi bacağından asılır. Karşımdaki insan bir karar almışsa eğer; ben sadece fikrimi söylerim, belki biraz ısrar ederim. Ama silah zoruyla onu vazgeçiremem. Bu tacizdir.
Ben böyle bir dünyada yaşamak istemiyorum!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder