Belçika'nın en şahsına münhasır şehirlerinden biri olan Gent, enerjik, olgun ve zarif bir yer. Her birinin kendine has birer özelliği olan barları, şehir merkezi ve civarı, kiliseleri ve sık kanallarıyla görülmeye değer.
Trenden ilk indiğimde şehir merkezine ne taraftan gideceğimi pek çözemedim. Çünkü genelde, tren garları şehrin merkezine oldukça yakın bulunurlar. Gent'te ise yaklaşık 2 km'lik bir mesefa mevcut garla şehir merkezi arasında. Bu elbette soru değil, çünkü merkeze ulaşmak için geçmeniz gereken yollar hem çeşitli hem de genel mimariden uzak değil. Ben yürümeyi tercih ederek yerinde bir karar verdiğimi düşünüyorum. Öncelikli amacım hostelimi bulmak olduğu için, şu burada bu da burada diyerek yoluma devam ettim. Kalacağım yerin adı De Draecke idi. Merkeze yakın olduğu için seçmiştim ama bu kadarını beklemiyordum. Gent'in kalesi Gravensteen'in hemen arkasında kalan hostelim, hem rahat, konforlu, temiz ve de pahalıydı. Böyle bir lokasyon ve oda için pahalı olmasını önemsemedim ama çarşaflarla benim ilgileneceğimi söylediklerinde şaşkınlığımı gizleyemedim. Ayrıca kahvaltıları da oldukça kötü. Ama bu küçük ayrıntılar dışında hiçbir sorunu yok.
Odaya eşyaları bıraktıktan sonra sokakları gezmeye başladım. Groentenmarkt, Kroenmarkt sonrasında Cataloniestaat boyunca etrafı dolaştım. Kroenmarkt'ın ev sahipliği yaptığı Christmas Market'i gezdim. Spare Rips'lerin tadına baktım. Oradan devam ederek Sint Bavon Kathedrali'ne ulaştım. Arkasında kalan Reep kanalı boyunca devam eden sokağa döndüm. Reep'in Sint-Jorissluis ile birleştiği noktaya gelince refleks olarak sola döndüm. Nehir boyunca devam ettim. Yürüdüğüm yol oldukça boştu, hava rüzgarlıydı. Çok güzel hissettirdi bir anda. Tabanlarım acıyordu ama pek önemi de yoktu o an. Parkı görene kadar devam ettim, sonra parkın içine girdim. Yürümeye devam edince kendimi bir anda Sint-Jacobskerk'in orada buldum. Gitmek istediğim yerlerden biri olunca şaşırdım elbette. Kilise değil de, etrafını çevreleyen sokakta bulunan barlar asıl ilgi alanıma giriyordu. Tavsiye üstüne gittiğim De Trollekelder de bu barlardan biriydi ama akşam 4'te açıyorlarmış. İki saatim vardı ben de devam ettim. Sokaklarda kaybola kaybola yeniden Kroenmarkt'a çıktım. Bir barın kapısından dönünce diğerine doğru yollandım. Dreupelkot'un shotlarından denedim. Küçücük bir mekan ama shotları harika. Orada biraz vakit geçirdikten sonra tekrar De Trollekelder'e gittim. 200 çeşit biranın olduğu bu barın çok tatlı da bir atmosferi var. Acıktığımı hissettikçe odaya dönüp biraz dinlenmeye ve sonra çıkmaya karar verdim. Noel arifesi olduğu için açık restoran bulmak biraz zor oldu. Vaudeville adında bir mekana oturdum. Biraz pahalı fiyatlara, çok yavaş bir hizmete ama leziz yemeklere sahipler.
Ertesi sabah da Noel Seramonisini izlemek üzere merkezdeki Sint-Baaf's Katedraline gittim. Sonraki durağım Brugge'a geçmeden önce biraz müzik hiç de fena olmadı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder