Bir imparatorluk başkenti olarak cazibesiyle sizi anında içine çekmesinin yanı sıra, gösterecek pek çok şeyi var Londra'nın. Giderken "turistik pek gezmeyiz zaten" diye kendimizi şartlasak da, olamıyor. Sabah sokaklara düşünce bir müze gezelim bari, ya da Buckingham'ı uzaktan da olsa görsek olur gibi cümleler kura kura sonunda rehber kitaplarının tavsiyelerine uyuluyor. Yemek için köşe bucak küçük ve samimi restoranlar aranırken sonunda yol Garfunkel's 'e çıkıyor. Bir bilenden, yerelinden tavsiye almak kaçınılmaz oluyor haliyle.
Bir hafta Londra için ucu ucuna yetecek bir süre. Birçok yeri atlamak zorunda kalabilirsiniz. Oldukça merkezi bir yerde, Earl's Court'ta bir hostelde kalmıştık ve hostelden çıkıp South Kensington'a ordan da Buckingham'a yürümek pek sorun değildi. Yani sabahın ilk saatlerinde merkeze inmeye vakit ayırmadan istediğimiz yere gidebildiğimiz halde yine de yettiremedik. Hostelin adı The Londoners'dı. Oldukça iyi fiyat sunuyorlar ama pek rahat bir hostel olduğunu söyleyemem. Ama Londra standartlarında düşününce bir hafta için oldukça makul. Duşlar sorunsuzken, tuvalet bir defa sorun çıkardı. Bütün kat diğer tuvalete hücum etse de, saçma saatlerde hostele gelmemiz işe yaradı sıkıntısız atlattık.
Elbette Londra'da görülecek yerler ile ilgili ahkam kesecek değilim, bir çoğunu görme fırsatı bile bulamadım. Ama Camden Town civarı ve onun kuzeyinden Arsenal'e doğru gittikçe çok güzel sokaklara rastlamak mümkün. Özellikle Camden Town tam bir cennet! Pazarları, pubları, gördüğüm en ilginç dükkanlarıyla İngilizlerin neden Punk'la ünlü olduklarının kanıtı gibi. Arsenal ise benim için özel bir yer. Bergkamp ve Nick Horby sayesinde anlatamadığım bir sempati besliyorum takıma karşı ve elbette semte karşı. Semt be! Metrodan inince sola doğru bir 5 dakika yürüdükten sonra Blackstock Road'a varıyorsunuz. Eğer metro çıkısında sağa dönerseniz yol sizi mabete, Emirates Stadyum'una çıkarıyor. Blackstock Rd'a varınca tam karşıda Arsenal Tavern'i göreceksiniz. Yine sola dönüp bir 6-7 dakika daha yürüdükten sonra sol tarafınızda The Gunners Pub kalacak. Bu iki pub Gunnersların en uğrak mekanlarından. Bir Arsenal maçını orada izlemek inanılmaz büyük keyif. İngilizlik müzik, futbol ve sarhoş olmaktan (çok içmek değil, üzgünüm) ibaretse tam olarak mekanlar bunlar. Tabi baharsa yolun devamında Highbury Fiels'a ulaşıp parkta keyif yapmak, ardından da Highbury Corner'dan şehre dönmek en güzel alternatif.
Elbette görmeyi çok istediğim iki sokak vardı: Baker Street ve Fleet Street. Malum olduğu üzere 221B Baker Street adresi ziyaret edilecek en kesin noktalardan biriydi. Sherlock Holmes müzesi, en ikonik ve eğlenceli noktalardan bir tanesi. Talihsiz tarafı ise, Baker Street'de ve yakınlar başka böyle bir nokta olmaması. O yüzden müzden ayrılınca ya tekrar Camden Town'a dönmek ya da Liverpool Street'e geçmek bana göre en akılcı çözümler. Liverpool Street Station'un yakınlarındaki Woodin's Shades, hem bira seçenekleriyle hem de yiyecekleriyle çok zengin. Gelgelelim Fleet Street, çok özel bir sokak olmasa da, Sweeney Todd sayesinde ilgimi çeken bir yerdi. Boylu boyunca yürüdüm, ve yürürken yağmurun başlaması da çok ironik oldu. Bir yerlerden yeni pişmiş börek kokusu da gelseydi atmosfer tam olurdu.
Londra gezdiğim en güzel şehirlerden bir tanesi kuşkusuz. İhtişamıyla ilk bakışta insanı etkiliyor ve arka sokaklarında çok fazla şey gizliyor. Eğer gidecekseniz, öncesinden London Walks turlarına kesinlikle göz atın. Keyifli bir tecrübe olduğunun garantisini verebilirim. Ama soğuğa karşı, iç cebinizden cini eksik etmeyin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder