Muhteşem kadın! Gerçekten öyle! Haftalardır heyecanla bahsedip son anda biletini alıp kollarına koştuğumuz kadın! Öyle merakla bekliyordum ki, hayalkırıklığına uğrayabilirdim belki. Beklentim çok yüksekti çünkü. Ama hiç olur mu, sahnede büyüleyici bir kadın vardı. Alana çok mutlu girdim, kat ve kat daha mutlu olarak ayrıldım.
20:30 - İnönü'nün önünden Küçükçiftlik'in kapısına doğru ilerliyorum. Bir insan zinciri vardı çok saçma bir şekilde. Önce köfteciye ait kısa bir sıra sandım. Ama yaklaşınca baktım ki, kapıya kadar uzanıyor. Belki de biletini kapıdan alacak olanlar sıraya girmiştir dedim, ama o da değildi. Basbaya içeri giriş sırasıydı. Kapılar açılalı yarım saat olmuştu çoktan, bu uzuun sıranın pek mantıklı bir açıklaması yoktu yani ama eli mahkum girdim sıraya. İçeri girmeyi beklerken çok güzel insanlara rastladım ve tanıştım. Konserlerin, özellikle de sağlam kemik kitlesi olan müzisyenlerin konserlerinin, bu ortamları en hayran kaldığım nokta. İnanılmaz güzel insanlar görüp, tanıyorsunuz. Tabi hemen herkes de benzer bir endişe vardı: "Hep yeni albümden mi çalacak?" Tori'nin özelinde bu "yeni albüm turnesi" meselesi biraz farklı. Çünkü herkes onu ilk aşık oldukları zaman söylediği şarkıları çalarken görmek ve aşklarını taze tutmak istiyor, benim gibi.
21:00 - Yarım saatlik lüzumsuz beklemenin ardından alana girdim. Bir de ne göreyim, golden circle alanı plastik sandalye dolu. Bir gülme tuttu ister istemez. Kötü geçen birkaç günün ardından, konserin en şanslı insanı olacağımdan habersiz, demirlerin dibinde kendime yer tutmak için en uygun köşeyi seçmeye çalışıyordum. Sahneyi çaprazdan gören bir yere tünedim. Ben yerleştikten çok kısa bir süre sonra yerim değişti ve kendimi o plastik sandalyelerin üstünde buldum. Gece çok güzel başlamıştı. Tori'nin 21:30 gibi çıkacağını biliyordum ama kapıdaki sıraya ve alanın boşluğuna bakılırsa yarım saatlik bir gecikme olması gayet normaldi, ama o kadar bile sürmedi.
21:50 - Işıklar karardı. Muhteşem zerafeti ile yavaşça sahnenin önüne yürüdü. Bütün nezaketiyle bizi selamladı. Bir, iki, üç defa. Ardından Bösendorfer'ine yöneldi. Kızıl saçları, siyah bodysinin üstüne giydiği bilekleri mor olan yeşil saten elbisesinin omuzlarına dökülüyordu. Mavi kemik gözlükleriyle, elmacık kemiklerinin tam altına düşen gölgenin altında samimi gülümsemesi yerleşmişti. İlk olarak Parasol'un notalarını çaldı. Hemen ardından "right on time you get closer and closer" dedi ve hepimizi ağlattı. Hiç durmadan Little Earthquakes ile dünyamızı salladı daha konserin başında. Ne olduğumuzu şaşırmış haldeyken şirin şirin "Hello İstanbul" dedi. Pride haftasında burada olmaktan ne kadar memnun olduğunu söyledi. A Sorta Fairytale ile konserin ilk kısmına enfes devam etti. Bundan sonra biraz kendimden geçmişim, pek hatırlamıyorum.
Benim en merak ettiğim ise hangi coverları çalacağıydı. Enjoy the Silence en doğru tercih olabilir. Her ne kadar ardından gelen Running to Stand Still keyfimi kaçırsada! Şaka bir yana doya doya dinlediğim yegane U2 parçası oldu bu parça. Bir süre bize nefes alma şansı tanıdı, ta ki Blood Roses'a kadar. Tahrik ediciydi. Nefesim kesildi. Cornflake Girl introsu girdiğinde ise öndeki birkaç kişinin önderliğinde sahne demirlerine hücum edildi. O elit ve burnundan kıl aldırmayan tabaka (!) birden sahneye saldırdı. Çok tuhaftı cidden. Tabii ki ben de bir anda ayılıp bu güruha katılmalıydım. Biss'e Sugar ile girdi. Yeni albümden en sevdiğim parça, Wedding Day ile devam etti. Hey Jupiter çaldığında bir hüzün vardı genel olarak. Hepimiz sona geldiğini farkettik çünkü. Baştan sona bekleneni veren ve eminim ki, herkesi dünyanın en mutlu insanı olarak oradan uğurlayan bir konserdi.
İki sevgilisi var. Biri Bösendorfer'i, diğeri ise klavyesi. Konserin başında klavyesine sırtını döndü belki ama sonra çok güzel anlar yaşadılar. Klavyesine dönük haldeyken Bösendorfer'ına dokunması ise tutkusunun somut haliydi. Fakat her şey bir yana, sahnede jestlerine ayrıca vuruldum. Yer yer attığı bakışları ise...
Kısacası, o an gerçekten ne istiyorsam, neye ihtiyacım varsa kollarımdaydı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder