Bi'şey yapmalı... Yapmalı yapmalı da, nasıl ve ne şekilde yapmalı? Hedefler, istekler, arzular lar lar lar... Varlar, her birimizin aklının bir köşesinde varlar. Şu gün gelsin yapacağım, şu zaman olsun kaçırmayacağım. Hep kaçar ama...
Şimdi böyle "ah hayat, vah hayat yaktın beni, neyledin beni" moduna girmeyi sevmiyorum ama, arada geliyor, giriyorum. Yalnız kalmaya fazlasıyla vakit bulduğum zamanlarda, bilirsiniz, bir o yana bir bu yana koşuşturuyorum zihnimin içinde. Ne görsem, ne duysam... Sevmiyor değilim aslında böyle içime kapanıp, orada biraz kaybolmayı. Bu yüzden aşırıya kaçtığım ve kendimi soyutladığım da çok oluyor. Varsın olsun... Kendim için yaşamıyor muyum zaten? Kendim için, kendi zihnimden daha uygun nereyi bulabilirim ki? Murphy gibi sallanan bir sandalyem yok belki ama kendi zihnimde kullanışlı bir köprüye sahibim.
Kendine vakit ayırmak böyle olmalı bana kalırsa. Bana kalırsa zaten, daha neler neler olmalı ama şimdi yeri değil. Kendime vakit ayırırken genelde sokaklarda volta atarım. Kahvesini sevdiğim cafelerde yapayalnız kitap okurum. Sahaf turlamak en güzeli oluyor veya güzel bir salonda beni içine çeken bir filmi izlemek. Tabi imkan ve şeraitler ölçüsünde. Yer ve zaman kavramı büyük mesele. Bazen koparılmış hissediyorum. Beni şekillendiren, düşündüren ve yoğuran unsurlardan koparılmış gibi. Kim kopardı? diye sorunca da cevabım çok can sıkıcı oluyor. Ben. Her ne kadar dış etkenler olsa da kişi bulunduğu konumun, durumun sorumluluğunu üstlenmeli ve buna katlanmalıdır. Erdem ve ahlak bunu gerektirmez mi? Kendi sorularıma verdiğim cevaplar sonucundan biraz kendime ihanet etmişim gibi düşünüyorum. Sonra bir soru daha geliyor aklıma. Kendim için kendime ihanet ederek neyin/kimin çıkarına hizmet etmiş ya da ne/kim için ihanet etmiş oluyorum? Kendime ve kendim için. Bir hata olduğu kesin. Fakat tek değişkenli, çok işlemli bir denklemde değişkenden başka bir eleman için işlem yapılamaz. Yani ihanete uğrayanda, ihanet edende ben oluyorum bu durumda.
Fırsatlar, amaçlar, tutkular dedim nerelere geldim. Aslında bakınca aynı yerdeyim diyebilirim. Fırsatı da, imkanı da, durumu da, yani basitçe yaşamımı da şekillendiren ben olmalıyım. Çabalayınca olmamam için bir sebep de yok, aksine olmam gerekiyor. Teoride. Mevzu pratiğe dayanınca çirkinleşiyor hep.
Zaman nedir ki? Zaman bulunmaz, yaratılır. Günde 4 saat uyuyarak her türlü iş için rahatça vakit ayrılabilir. Burada da öncelikler devreye giriyor. İşleri sıraya koymak gerekiyor. Daha sonra da bu işleri en ideal şekilde gerçekleştirmek gerekiyor. Dünya ideal değilse ben neden olayım? Yaşamak da gerekiyor. Gerekiyor da gerekiyor. Hep bir gereklilik, hep bir zorunluluk. Bi'şey yapmalı...
Şimdi böyle "ah hayat, vah hayat yaktın beni, neyledin beni" moduna girmeyi sevmiyorum ama, arada geliyor, giriyorum. Yalnız kalmaya fazlasıyla vakit bulduğum zamanlarda, bilirsiniz, bir o yana bir bu yana koşuşturuyorum zihnimin içinde. Ne görsem, ne duysam... Sevmiyor değilim aslında böyle içime kapanıp, orada biraz kaybolmayı. Bu yüzden aşırıya kaçtığım ve kendimi soyutladığım da çok oluyor. Varsın olsun... Kendim için yaşamıyor muyum zaten? Kendim için, kendi zihnimden daha uygun nereyi bulabilirim ki? Murphy gibi sallanan bir sandalyem yok belki ama kendi zihnimde kullanışlı bir köprüye sahibim.
Kendine vakit ayırmak böyle olmalı bana kalırsa. Bana kalırsa zaten, daha neler neler olmalı ama şimdi yeri değil. Kendime vakit ayırırken genelde sokaklarda volta atarım. Kahvesini sevdiğim cafelerde yapayalnız kitap okurum. Sahaf turlamak en güzeli oluyor veya güzel bir salonda beni içine çeken bir filmi izlemek. Tabi imkan ve şeraitler ölçüsünde. Yer ve zaman kavramı büyük mesele. Bazen koparılmış hissediyorum. Beni şekillendiren, düşündüren ve yoğuran unsurlardan koparılmış gibi. Kim kopardı? diye sorunca da cevabım çok can sıkıcı oluyor. Ben. Her ne kadar dış etkenler olsa da kişi bulunduğu konumun, durumun sorumluluğunu üstlenmeli ve buna katlanmalıdır. Erdem ve ahlak bunu gerektirmez mi? Kendi sorularıma verdiğim cevaplar sonucundan biraz kendime ihanet etmişim gibi düşünüyorum. Sonra bir soru daha geliyor aklıma. Kendim için kendime ihanet ederek neyin/kimin çıkarına hizmet etmiş ya da ne/kim için ihanet etmiş oluyorum? Kendime ve kendim için. Bir hata olduğu kesin. Fakat tek değişkenli, çok işlemli bir denklemde değişkenden başka bir eleman için işlem yapılamaz. Yani ihanete uğrayanda, ihanet edende ben oluyorum bu durumda.
Fırsatlar, amaçlar, tutkular dedim nerelere geldim. Aslında bakınca aynı yerdeyim diyebilirim. Fırsatı da, imkanı da, durumu da, yani basitçe yaşamımı da şekillendiren ben olmalıyım. Çabalayınca olmamam için bir sebep de yok, aksine olmam gerekiyor. Teoride. Mevzu pratiğe dayanınca çirkinleşiyor hep.
Zaman nedir ki? Zaman bulunmaz, yaratılır. Günde 4 saat uyuyarak her türlü iş için rahatça vakit ayrılabilir. Burada da öncelikler devreye giriyor. İşleri sıraya koymak gerekiyor. Daha sonra da bu işleri en ideal şekilde gerçekleştirmek gerekiyor. Dünya ideal değilse ben neden olayım? Yaşamak da gerekiyor. Gerekiyor da gerekiyor. Hep bir gereklilik, hep bir zorunluluk. Bi'şey yapmalı...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder