Yola çıkarken düşüncelere daldığım doğrudur. Yolculuk süresince neler yaşayacağımı ve bunlar için önceden endişe etmek yerine bulunduğum anın heyecanının tadını çıkarmayı tercih ederim her zaman. Ülkenin batısından en doğusuna gitmek için hazırlıklarımı tamamlamış ve evden çıkmışken de mutluluğumu saklamayı hiç düşünmedim. Tren yolculuğu fikri bile zaten küçük bir çocukken gözlerimi kamaştırmaya yeterken, bu yolculuklardan sürekli yenisini planlamak bana apayrı bir zevk veriyor. İstanbul'da yaşamak bu keyfi biraz zorlaştırsa da, gerçekleştiğinde daha da değerli bir keyfe dönüyor sanırım. Çünkü bu şekilde İstanbul'dan Kars'a doğru Doğu Ekspresi yolculuğu aslında üç faza bölünüyor. Pendik-Ankara-Kars durakları arasında farklı yolculuklara çıkıyormuşum hissi uyandırıyor. Şüphesiz en zahmetlisi ilk faz; Pendik'e ulaşmak Ankara'ya ulaşmak kadar zaman alıyor. Tren garları, belli bir rutine sahip olduğu için anlaması ve alışması kolay bir düzene sahiptir genelde. Ama İstanbul'da böyle değil. İki şehir harikası gara sahip çıkmak için yıllardır uğraş verirken, geçici ana gar olarak kullanılan Pendik istasyonu yarısı inşaat halinde olan düzensiz bir bekleme istasyonu gibi. Ama biletli koltuğu bulmak zor değil neyse ki, bu sebepten koltuğunuza oturup ilk durağa doğru yola koyulurken dönemeçli yolların tadını çıkarmak ve asıl yolculuğa hazırlanmak en iyi seçenek.
İstanbul'u terkedip Ankara'ya ulaşınca, tam olmasa da şehir merkezine yakın olan Ankara Gar'ına merhaba diyorsunuz. Trenin İstanbul'dan kalkışını Ankara'da kısa bir öğle yemeği yiyebilecek şekilde ayarlayınca, hızlı adımlarla Ankara caddelerinin kaldırımlarından boş masa ve sandalye aramaya koyulduk. Gayet mantıklı bir plandı ve dönüşte alışveriş yapabilecek zamanı da yaratmış olduk böylece. Bir günlük Doğu Ekspresi tecrübesi boyunca kompartımanı odamız gibi kullanacağımız için ihtiyaç duyabileceğimiz hemen her şeyi aldık. Trene yetişme faslı başlayınca ufaktan adımlar hızlandı ve eksprese yiyecek ikmali yapılırken perona vardık. Vagonumuzu bulduk ve kompartımanımıza yerleştik. Yolculuğun en değerli ve özel kısmına geldi sıra.
Doğu Ekspresi gerçekten çok değerli bir yolculuk vadediyor. Doğuya doğru yapılan yolculuklar genelde hep özel olur. Zaten tarihin de, doğudan batıya doğru ilerlerken bir bildiği vardır. Genelde boş kompartımanlarla seferlerini sürdüren Doğu Ekspresi, seçici yolculara sahip. Yemek vagonu sessiz bir sosyalleşme imkanı sunuyor bu anlamda. Mevsimine göre değişmekle kampçılar, trakingçiler, Kars meraklıları, kaz sevdalıları ve belki de kayakçılar kullanıyor ekspresi. Yemek vagonu hazır yemekler sunuyor. Ama amaç yolda yemek yemek değil, geçilen her vadinin cazibesine ve her dağın kudretine kapılmak. Kırşehir, Kayseri, Sivas, Erzincan, Erzurum ve Kars güzergahı boyunca cazibesine ve kuretine kapılacak çok şey var, inanın.
Kayseri ve Sivas gece ve sabaha karşı geçiliyor. Sivas'ın çıkışına doğru gün doğuyor ve bazen beklenmedik güzellikte dağ eteklerinden vadilere bakarak, virajlı raylarda trenin burnunu görmeye çalışarak Erzincan'a doğru ilerliyorsunuz. Yol boyunca genelde telefon ve radyo çekmiyor. Güzergah boyunca yerrel radyoları yakalayabilmek yolculuğun keyfini fazlasıyla arttırırdı kuşkusuz ama mümkün olmuyor. Doğu Anadolu'ya girince, komşu şehre gitmek için trene binen yolculara rastlamak mümkün oluyor. Ekspresin sık ziyaretçileri bu sırada yemek vagonunu tercih ediyorlar. Bize Erzincan'ı anlatan Kunduracı Erduran, günümüzü renklendiren kişi olmuştu. Zurnanın daha yerel bir türüyle birlikte türküler söyleyerek bizi Erzincan'a buyur etti, gara vardığımızda ise kunduracı tezgahına davet edip, sık sık uğramamızı tembih etti. Erzincan'da trenden indiğimde dağa karşı uyanmanın ne demek olduğunu biraz daha iyi tahmin edebildim. Çok fazla duyduğum ve kıskandığım bir tecrübedir bu, sabah gözünüzü açar açmaz sizi güne hazırlayan etekleri karla kaplı kudretli bir dağa bakarak uyanmak insana oldukça farklı bir motivasyon kazandırır sanıyorum. Serin ve keskin hava, kompartımanın gittikçe havasızlaşması yüzünden hepimize ilaç gibi geldi. Erzurum'a doğru hareket ettikten sonra HES'ler tarafından mahvedilmiş dere yataklarına ve bozkır vadilere kapılarak dışarıyı izledik. Palandöken'in eteklerine vardığımızda ise rayların çevresinde devasa lahana bahçeleri vardı. Erzurum garına vardığımızda ise kompartımanlarından çıkan pek çok insan garın kapısına doğru hareket etti hemen. Başta anlam verememiştim buna ama ellerinde Cağ Kebabı ile geldiklerinden her şey yerine oturdu. Bazıları yola çıkmadan arayıp güzel bir kebapçı bulmuş, bazıları da bilet görevlisine ya da yemekli vagonun sorumlusuna sormuş. Doğu Ekspresi'nin adetlerinden biri olarak bahsedilen Cağ Kebabı Festivali'nden mahrum kalsak da Kars'ta tadına bakacağımız güzelliklerin düşüncesiyle bundan çabucak kurtulduk diyebilirim.
Kars'a yaklaşmak bir yandan rahatlık verse de, diğer yandan da hüzünlü oluyor. Ülke sınırları içinde yapılabilecek en epik yolculuklardan olan Doğu Ekspresi'nin yolu Erzurum'dan sonra Sarıkamış'tan geçiyor. Sarıkamış, bölge halkı tarafından tarihsel öneminden ziyade kış turizmi açısından önemseniyor. Mayıs ayında çorak bir bölge olduğundan izsiz karları izleyerek, hayvancılık yapan köylülere odaklanarak geçiyorsunuz Sarıkamış'ı. Kars'a yaklaşan son kilometreler ise yatakların ve çantaların toplanmasıyla geçiyor. Akşamüstü Kars'ın kuru havasını solumaya başlıyorsunuz. Boz kahverengi hava rengini binaların dokusundan almış gibi günbatımında bütün renkleri değiştiriyor. İlk iş olarak otelimizi bulup, eşyaları yerleştirdikten sonra güzel bir akşam yemeğinin peşinden sokaklara düşüyoruz.
Kars'ta yemek yemek gerçek bir sanat, tabir-i caizse. Kaz, yıllardır merak ettiğim ve merakımı gidrmeyi Kars'a sakladığım bir güzellikti benim için. Belki biraz yüksek beklentimi karşılayamadı ama yine de yediğim en güzel etlerden biriydi. Aylar öncesinden tuzlandığı için, tuzun etkisini fazlasıyla hissetmek mümkün ama yumuşacık siyah etin ağızda dağılması, insanı çok mutlu ediyor. Kars yemekleriyle ilgili birçok bilgiye kolaylıkla ulaşılabilir. Zaten Anadolu'nun kalanında olduğu gibi bildiğimiz çeşitli yemeklerin yerel ihtiyaçlara ve olanaklara göre özelleşmiş halleri burda söz ettiğimiz. Hangel en iyi örnek olur sanırım buna; Kars Mantısı denilebilir. İçi boş mantılar kavrulmuş soğanla ve sosla servis ediliyor. Kars'ın gravyeri belki de dünyanın en kaliteli peynirlerinden bir tanesi ve lezzeti hatırı sayılır bir süre damakta kalıyor. Ama sanırım en özel yemeklerden biri Piti. Kafkasya'ya özgü bu yemek yağlı ve ağır olduğu kadar da leziz. Aslına uygun yapılması için kuzu budu kulplu emaye içinde pişirilir ve tandırla servis ediliyor. Ama yemeye hazırlanma işi genelde yiyene düşüyor. Tabağın tabanını önce tandırla kapladıktan sonra safran ve nohutla pişen kuzunun suyu tabağa dökülüyor, en son da kuzu budu tabağa alınıyor ve afiyet olsun.
Ertesi gün kahvaltı çeçil, kaşar ve gravyer peynirleri eşliğinde balla geçiyor. Ama gün erken başlamak zorunda çünkü, planda Ani Harabeleri ve Çıldır Gölü var. İki güzergah için de araba olması şart. Şehirde taksiler de bu tarz geziler için kullanılabiliyor ve şoförler rehberlik dahil birçok konuda yardımcı oluyorlar. Bunun dışında yalnızca araç kiralamak da mümkün ve elbette daha uyguna halledilebiliyor. Bu iki güzergah birbirlerine ters noktalarda kaldığından günü iyi planlayıp, zamanı iyi kullanmak çok önemli oluyor. Hangisinden başlanacağı tamamen tercih ama gün ışığını Ani'nin detaylarını görebilmek ve akşam serinliğinde Çıldır kenarında çay içmek çok cazip seçenekler oluyor.
Ani Harabeleri'ne varmak inanılmaz heyecan uyandırırken, müzeye varınca bu heyecan devasa bir hayalkırıklığına dönüşüyor. En üzücü kısmı kapıda bulunan hediyelik eşya standında Ani'ye ait hiçbir şey bulamamak. Türkiye - Ermenistan sınırındaki bu milat kadar eski şehir kalıntıları kimsesiz gibi kanyona bakıyorlar. Şehrin sokaklarını gezerken ilk Türk yerleşkesi, erken zaman kliseleri ve camiileri sağlı sollu diziliyorlar. Ama kapılara yıllar önce asılmış ve artık zorla okunabilen sözde bilgilendirme tabelaları hariç bilgi edinmek pek zor. Hal böyle olunca eldekiyle yetinmek zorunda kalınıyor. Günümüzde UNESCO Dünya Mirası listesine dahil olmuş olsa da, Ani bizim gözümüzde gerçekten harabe sanıyorum.
Ani'den ayrılıp Çıldır'a doğru yollanınca, Kars'a dönüp sonrasında Ardahan'a doğru tırmanmak gerekiyor. Çıldır Gölü aslında Ardahan'ın Çıldır ilçesinin aşağısında kalan, nispeten küçük bir göl. Onun büyüleyici kısmı, meşhu olduğu gibi yılın büyük kısmında tamamen donuyor olması. Kışın üstünde atlı kızak kayılan ve balıkçılık yapılan gölün sarı sazanları meşhur en çok. Mevsim bahara döndükçe de bölgenin endemik bitki örtüsü coşmaya başlıyor ve çayırlar, ovalar yeşillendikçe buzu çözülüyor Çıldır'ın da. Göle gitmek için iki yol var; biri güneyden, diğeri kuzeyden. Kars'tan çıkınca Yolboyu - Akçalar yönünden devam edince gölün aşağı kısmına varıyorsunuz ya da Susuz - Ölçek yolu takip edilince göle tepeden iniliyor. Çevresinde iki tane restorant bulunan gölün civarındaki köylerde hayvancılık yapılmaya devam ediyor. Bu iki restorandan Günay Restoran iyi bir tercih olabilir. Sahibi Abuzer abi'nin balığı da, çayı da, sohbeti de pek leziz. Her müşterisinin birkaç kelam ettiği defterlerini de sohbetinin sonunda masaya getirmeyi ihmal etmiyor, ama yazmazsanız kızıyor. Çıldır'ın üstünde henüz buzlar ortadan yok olmamışken, demli çayla güneşi batırmak elbette çok keyifli. Nisan ayında soğuk rüzgar hafiften titretirken yavaştan şehre dönmenin vakti geliyor.
Kars şehir merkezi, tipik bir Anadolu şehri. Sovyet yapılarını saymazsak, düzen itibarıyla oldukça tipik. İki ana cadde üstüne kurulan şehir merkezi gece de dahil olmak üzere oldukça haraketli. Aradığınız peynirciyi, restoranı ya da fırını bulamıyorsanız büyük ihtimalle diğer caddededir. Faikbey Caddesiyle Atatürk Caddesi'nin kesiştiği yerden kaleyi karşınıza alarak sokakları arşınlarsanız, Kars'ın eski yüzünü görebiliyorsunuz. Çoğu şimdilerde otel ya da restoran olmuş eski Sovyet binaları şehrin nehre yakın olna ilk merkezinde konumlanıyor. Bu sokakları gezerken nehrin kenarına kadar inip Kars'ın ilk konservatuarı olan ve şimdilerde yne otel olarak kullanılan şehrin en gösterişli binalarından olan Cheltikov Konağı'nı görerek, nehir boyunca devam edebilirsiniz. Sokaklarda kaybolduktan sonra yine kaleyi pusula olarak kullanıp Atatürk Caddesi'ni bulduktan sonra tıpkı Ani'de olduğu gibi 12 Havariler Klisesi'nin ve yanındaki Evliya Camii'ni gördükten sonra, meşhur Taş Köprü yolun sonunda kalıyor.
Turistler için düzenlenmiş etkinlikle bulmak Kars için oldukça kolay. Taksicilerden, otel görevlilerine; garsonlara kadar herkes bu konuda size özel birer seçenek sunabilir. Ancak tıpkı Sultanahmet'te olduğu gibi yapay ve fazlasıyla süslü bu etkinlikle birer pazarlama aracından başka bir şey değiller. Doğu 'yöresel kıyafetleri' ve ezberlenmiş 'yöresel dansları' dışında çok daha büyük zenginliklere sahip, ufuk açıcı zenginliklere. Çorak toprakların, gökyüzüne yakın olmanın yarattığı ruh hali ve yakıcı bahar güneşi bile Doğu ile ilgili çok şey anlatabilir. Bölge halkını merak ediyorsanız köylere doğru yol alın, Ardahan'a kadar uzanın. Kahvehanelere oturun, esnafla çay için. Hatta, dönüş yolunda otostop çeken insanları arabanıza alın. Kars halkı çok misafirperver ve turistlere de alışık. Dönüş yolunda geçirdiğiniz özel günleri düşünmekten başka bir uğraşa fırsat bulamayabilirsiniz.