televizyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
televizyon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
22 Ağustos 2011
Yemin ediyorum; seni sevmiyorum...
Etiketler:
dizi,
gallaghers,
kanunsuz,
kış,
shameless,
showtime,
şikago,
televizyon
27 Haziran 2011
Hugh Laurie şarkı söylerse
House M.D. televizyon tarihine damgasını vurdu. Bu işte başroldeki zayıf, kirli sakallı bastonlu orta yaşın biraz üstünde olan müthiş yetenekli İngiliz Hugh Laurie'nin olağanüstü payı var. Ödüllü ve mükemmele yakın senaryosundan, kurgusundan, karakterlerinden ve sürükleyiciliğinden bahsetmeye gerek bile yok. Lost ile kıyaslamıyorum, kıyaslayacak durumda da değilim. House'un çok farklı bir tarafı var. Tarifi mümkün değil bence, çünkü sezonlar geçtikçe onun birkaç cümleye sığamayacağını çok daha iyi anladık.
House şahane bir beyne ve mantığa sahiptir, insanları düşünmez -bu da onu mesleğinde en iyi yapan özelliklerden bir tanesidir.- insanlarla oyun oynar, pembe dizi izler ve harika müzik yapar. Lisede bestelediği bir şarkısı dahi vardır. Dizi içerisinde şimdiye kadar sadece parmakları konuştu ama derinlerde harikulade bir gırtlak saklıyormuş.
"Let Them Talk" adlı bir albüm hazırlayıp önümüze servis etmiş bu naçizane İngiliz. Albümü bir ay kadar önce dinlemeye başladım ve dinledikçe daha da tatlanıyor. Şiddetle tavsiye edilir. Soul müziğin tüm tatları Hugh Laurie'nin nefesinde gizlenmiş gibi adeta...
House şahane bir beyne ve mantığa sahiptir, insanları düşünmez -bu da onu mesleğinde en iyi yapan özelliklerden bir tanesidir.- insanlarla oyun oynar, pembe dizi izler ve harika müzik yapar. Lisede bestelediği bir şarkısı dahi vardır. Dizi içerisinde şimdiye kadar sadece parmakları konuştu ama derinlerde harikulade bir gırtlak saklıyormuş.
"Let Them Talk" adlı bir albüm hazırlayıp önümüze servis etmiş bu naçizane İngiliz. Albümü bir ay kadar önce dinlemeye başladım ve dinledikçe daha da tatlanıyor. Şiddetle tavsiye edilir. Soul müziğin tüm tatları Hugh Laurie'nin nefesinde gizlenmiş gibi adeta...
Etiketler:
house,
hugh laurie,
ingiliz,
let them talk,
lost,
müzik,
televizyon
16 Haziran 2011
The Booth
“En büyük arzuna ulaşmak için ne kadar ileri gidebilirsin?"
Cevaplamanız gereken soru bu. Düşündürücü, öyle değil mi?
Her insanın sınırları vardır. Her insanın hayalleri ve istekleri vardır. Her insanın zayıflıkları vardır. En önemlisi her insan içinde bolca bencillik taşır.
Bir adamla tanışsanız ve size bir anlaşma teklif etse; karşılıklı bir anlaşma. Sizin en büyük isteğinize karşılık yapmanız gereken bir görev... Aslında tam olarak böyle değil. Burada müşteri olan ve talep eden sizsiniz. İsteğinizin gerçekleşmesini istiyorsunuz ama hayal gücünüzü zorlayın. İsteğiniz sıradan olmasın. İsteğinizin gerçekleşebilmesi için yapmanız gereken sadece anlaştığınız kurallar dahilinde size verilen görevi yapmak. Tek kural; olan biteni aynı şekilde "Adam"a anlatmanız. Sonrasını merak etmeyin.
İlkel insan dürtüleri ile hazırlanmış, farklı, sürükleyici ve merak uyandırıcı bir web dizisi. Bir web dizisi ve her bölümü yaklaşık 2 ve 3 dakika arasında değişiyor, ama buna rağmen çoğu diziden daha iyi çekimlere ve prodüksiyona sahip. 62 bölüm süren ilk sezonu boyunca sadece diyaloglarla olaylar ilerledi. Olaylar bu temele oturtulmuş. Çok da güzel olmuş.
İnsan güdülerinin en tehlikelisi bencillik ve hırs arzularımıza ulaşmamızda bizlere hep ön ayak olur. Fakat dizide sadece bencillik ve hırs yok tabi. Yaşlı bir aşık, bir baba ve hatta Tanrı'ya özlem duyan bir rahibe... Kesinlikle çok farklı ve çok şahane bir iş. 62 bölümü de soluksuz izledim ve finali layık olduğu gibi bitirdiler. İkinci sezon gelir diyorlar ama bilemiyorum. Umarım gelir...
Xander Berkeley hep beğendiğim bir oyuncu olmuştur, çünkü her rolün üstesinden gelir. Tıpkı Geoffrey Rush gibi. Karaktere de cuk oturduğunu söyleyebilirim. Sesiyle, davranışlarıyla ve yargılamayan bakışlarıyla olabilecek en güzel "Adam" o olabilirdi ancak.
İzlemenizi şiddetle öneririm. Farklı bir tecrübe kimse için zararlı olmaz. Özellikle de bu 3 dakika süren şahane bir psikolojik-gerilim ise.
"That can happen!"
Cevaplamanız gereken soru bu. Düşündürücü, öyle değil mi?
Her insanın sınırları vardır. Her insanın hayalleri ve istekleri vardır. Her insanın zayıflıkları vardır. En önemlisi her insan içinde bolca bencillik taşır.
Bir adamla tanışsanız ve size bir anlaşma teklif etse; karşılıklı bir anlaşma. Sizin en büyük isteğinize karşılık yapmanız gereken bir görev... Aslında tam olarak böyle değil. Burada müşteri olan ve talep eden sizsiniz. İsteğinizin gerçekleşmesini istiyorsunuz ama hayal gücünüzü zorlayın. İsteğiniz sıradan olmasın. İsteğinizin gerçekleşebilmesi için yapmanız gereken sadece anlaştığınız kurallar dahilinde size verilen görevi yapmak. Tek kural; olan biteni aynı şekilde "Adam"a anlatmanız. Sonrasını merak etmeyin.
İlkel insan dürtüleri ile hazırlanmış, farklı, sürükleyici ve merak uyandırıcı bir web dizisi. Bir web dizisi ve her bölümü yaklaşık 2 ve 3 dakika arasında değişiyor, ama buna rağmen çoğu diziden daha iyi çekimlere ve prodüksiyona sahip. 62 bölüm süren ilk sezonu boyunca sadece diyaloglarla olaylar ilerledi. Olaylar bu temele oturtulmuş. Çok da güzel olmuş.
İnsan güdülerinin en tehlikelisi bencillik ve hırs arzularımıza ulaşmamızda bizlere hep ön ayak olur. Fakat dizide sadece bencillik ve hırs yok tabi. Yaşlı bir aşık, bir baba ve hatta Tanrı'ya özlem duyan bir rahibe... Kesinlikle çok farklı ve çok şahane bir iş. 62 bölümü de soluksuz izledim ve finali layık olduğu gibi bitirdiler. İkinci sezon gelir diyorlar ama bilemiyorum. Umarım gelir...
Xander Berkeley hep beğendiğim bir oyuncu olmuştur, çünkü her rolün üstesinden gelir. Tıpkı Geoffrey Rush gibi. Karaktere de cuk oturduğunu söyleyebilirim. Sesiyle, davranışlarıyla ve yargılamayan bakışlarıyla olabilecek en güzel "Adam" o olabilirdi ancak.
İzlemenizi şiddetle öneririm. Farklı bir tecrübe kimse için zararlı olmaz. Özellikle de bu 3 dakika süren şahane bir psikolojik-gerilim ise.
"That can happen!"
Etiketler:
arzu,
bencillik,
dizi,
fx tv,
geoffrey rush,
gerilim,
psikolojik,
televizyon,
the booth at the and,
The Man,
web,
Xander Berkeley
26 Mayıs 2011
Jerry Bruckheimer
Televizyonun polisiye kariyerinde bir CSI damgası vardır. CSI: Las Vegas, NY ve Miami. Bu seri 2000'den bu yana polisiye dizilere farklı bir boyut kazandırmıştır. Yapan adam Jerry Bruckheimer. Ondan önce Armageddon'u hazırlayıp sunmuştu sinema salonlarına. Hatırladığım kadarıyla hem gösterime girdiğinde, hem de tv de yayınlanacağı zaman olay olmuştu. Sonra Pirates of the Caribbean vizyona girdi. O serinin dördüncü filmi hala vizyonda ve 3D.
J. Bruckheimer'ın elinden çıkan ve beni televizyon karşısına kilitleyen Cold Case hala devam ediyor ama Without a Trace geçen yıllarda büyük finalini yaptı. Şimdi yeni bir dizi var. Dark Blue. En başta fikre bayıldım. Oldukça yaratıcı ve değişik. Dizi devam ediyor, ikinci sezon finali yapıldı. İlk sezon sekiz bölüm sürmüştü, ikincisi on bölümdü. Farklı bir gerçekçiliğe sahip. Karakterler merak uyandırıcı ve kötüler. Zaten son zamanlarda kötü-iyi adamlar harika işleniyor. House bunun başlıca örneği.
JB'de fikirler bitmek tükenmek bilmiyor. En basitinden Vikipedi'de yaptığı bütün işlerin listesi var. Yaptığı onca işten sonra hala ilgi çekici yapımlar ortaya çıkarması, hala ilhamını kaybetmemesi bende çok büyük hayranlık uyandırıyor. Yaptıkları hem etkileyici, hem de uzun soluklu.
Türkiye'de onun gibi çok üretken yapımcı olduğunu sanmıyorum. İşin tekniğine hakim ve elini taşın altına sokan yoktur herhalde. Burada yapımcı isimden çok firma ön planda. O yüzden pek yorum yapamam, yalan olmasın. Ama ben bu tür insanları gördükçe Birol Güven gelir aklıma. Türkiye'de Gülse Birsel "Avrupa Yakası"nı yapana kadar bir sitcom Birol Güven'siz düşünülemiyordu. O yüzden hep kendini tekrar eden veya yabancı dizilerin Türkçeleştirilmiş metinleriyle hazırlanmış diziler oluyordu. Şimdi ikisi de yeni bir projeye sahip değiller sanırım ve yine sitcomlarımız yerlerde sürünüyor.
Yeni fikirler bulmak dünyada ki en zor işlerden birisi, kabul ediyorum. Fikirleri kullanmak da bulmak kadar önemlidir. Eğer bu işle ilgili kariyeriniz varsa yeni fikir üretmekten daha doğal bir işiniz olamaz, öyle değil mi! Ama şuna kesin gözüyle bakıyorum ki, JB seneye yine yepyeni bir fikirle ortaya çıkacaktır. Hep öyle yapıyor, yapabiliyor çünkü...
J. Bruckheimer'ın elinden çıkan ve beni televizyon karşısına kilitleyen Cold Case hala devam ediyor ama Without a Trace geçen yıllarda büyük finalini yaptı. Şimdi yeni bir dizi var. Dark Blue. En başta fikre bayıldım. Oldukça yaratıcı ve değişik. Dizi devam ediyor, ikinci sezon finali yapıldı. İlk sezon sekiz bölüm sürmüştü, ikincisi on bölümdü. Farklı bir gerçekçiliğe sahip. Karakterler merak uyandırıcı ve kötüler. Zaten son zamanlarda kötü-iyi adamlar harika işleniyor. House bunun başlıca örneği.
JB'de fikirler bitmek tükenmek bilmiyor. En basitinden Vikipedi'de yaptığı bütün işlerin listesi var. Yaptığı onca işten sonra hala ilgi çekici yapımlar ortaya çıkarması, hala ilhamını kaybetmemesi bende çok büyük hayranlık uyandırıyor. Yaptıkları hem etkileyici, hem de uzun soluklu.
Türkiye'de onun gibi çok üretken yapımcı olduğunu sanmıyorum. İşin tekniğine hakim ve elini taşın altına sokan yoktur herhalde. Burada yapımcı isimden çok firma ön planda. O yüzden pek yorum yapamam, yalan olmasın. Ama ben bu tür insanları gördükçe Birol Güven gelir aklıma. Türkiye'de Gülse Birsel "Avrupa Yakası"nı yapana kadar bir sitcom Birol Güven'siz düşünülemiyordu. O yüzden hep kendini tekrar eden veya yabancı dizilerin Türkçeleştirilmiş metinleriyle hazırlanmış diziler oluyordu. Şimdi ikisi de yeni bir projeye sahip değiller sanırım ve yine sitcomlarımız yerlerde sürünüyor.
Yeni fikirler bulmak dünyada ki en zor işlerden birisi, kabul ediyorum. Fikirleri kullanmak da bulmak kadar önemlidir. Eğer bu işle ilgili kariyeriniz varsa yeni fikir üretmekten daha doğal bir işiniz olamaz, öyle değil mi! Ama şuna kesin gözüyle bakıyorum ki, JB seneye yine yepyeni bir fikirle ortaya çıkacaktır. Hep öyle yapıyor, yapabiliyor çünkü...
Etiketler:
aksiyon,
birol güven,
cold case,
csi,
gülse birsel,
jerry bruckheimer,
pirates of the caribbean,
polisiye,
sitcom,
televizyon,
vikipedi,
wikipedia,
without a trace
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)