6 Temmuz 2012

Marcus ile Bir Gece

Perşembe akşamı. Açık Hava Sahnesindeyiz, Harbiye'de. Yıldızların altına oturmuş Marcus Miller ve arkadaşlarını bekliyoruz. Gerçi pek yıldız da yok gökyüzünde, köşelerine çekilmişler...

Saat 20.50 ve girişte upuzun bir kuyruk var ama en azından hızlı ilerliyor. Koltukların çoğu boş. Oturma hengamesi baya devam ediyor. Hava kararana kadar bitti neyse ki. Marcus Miller ve arkadaşlarının bize yaşatacağı özel tecrübeyi sabırsızlıkla bekliyoruz. Çünkü bu "İstanbul Project" ve bir dünya prömiyeri. Saat dokuzu on beş dakika geçmişken alkışlar başladı ve müzisyenler yavaş yavaş sahnede görünmeye başladılar. En son Marcus Miller çıktı sahneye, gitarını eline aldı ve geciktiği on beş dakikayı telafi etmek ister gibi telleri vurmaya başladı. Bütün orkestra inanılmaz bir uyum içindeydi. Miller, girizgah kısmından sonra mikrofona konuşmaya başladı. Bu işi geçen yıl planlamışlar ve duyunca gerçekten heyecanlanmış. Heyecanının sebebi de, "İstanbul" konsepti olması ve Türk & Amerikalı müzisyenlerin beraber çalışacak olmasıymış. Müziğin geleceğini kültürlerin bir araya gelmesinde gördüğünü söyledi. Bu kadar konuşma ona da bize de yetti, sırada müziğin ve enstrümanların dilinde...

Daha konser başlamadan arkamızda oturan bir teyze konserin asıl eğlencesi olacağını ispatladı adeta. Metrelerce uzağa konuşuyormuş gibi bağırıyordu. "Caz festivali bu caz" diye haykırması hepimiz aydınlattı. Marcus Miller'ın solosu sırasında şaşkınlıktan ağzı açık kaldı, çünkü soloyu gitarla çalıdğını farketti. Acaba gitarın sadece dört teli olduğunu öğrense ne tepki verirdi, öğrenmek dahi istemiyorum.

Açık Hava şahane bir konser mekanı bence. Özellikle iyi kullanılırsa daha da mükemmel oluyor. Çünkü konser sırasında tellerden çıkan notalara binip boğazı dolaşabildiğiniz, başınızı gökyüzüne kaldırıp yıldızlardan kalan boşluğu hayallerinizle doldurabildiğiniz ve yükselen parlak dolunayı selamlayabildiğiniz eşsiz bir yer orası... Biraz şiirsel oldu farkındayım. Bu yazdıklarım uzun saksofon solosu sırasında aklıma gelmişti, belki de ondan. Ama sahiden böyle hissettiriyor. Konser boyunca şahane anlar yaşadık. Müzisyenlerin birbirleriyle uyumu muazzamdı. Gecenin yıldızları tabi ki Türk müzisyenlerdi. Okay Temiz fosforlu yeşilimtrak sarı tulumuyla sahnede şahane görünüyordu. İmer Demirer'in soloları harikaydı. Almanları Till Brönnen'i varsa bizimde İmer Demirer'imiz var. Kimsede daha az yetenekli olduğunu söyleyemez! Bütün bunlar bir yana Bilal Karaman bir yana! Beni en çok o etkiledi. Gitarıyla enfes çaldı, çok özgündü. Ayrıca Miller'ın kendi grubundaki saksofoncu Alex Han'da çok yetenekli bir müzisyen.

Marcus Miller konsepti öyle harika oluşturmuş ki, kimse hayal kırıklığına uğratmadı. Asıl özel kılan ise, İstanbul'un sadece alaturkalığını değil varlığındaki bütünlüğü ortaya çıkarmış. Araya tanıdık parçalar sıkıştırmayı da ihmal etmemiş. Konserin en şaşırtıcı anlarında bir tanesi Marcus Miller'in "şinanay" notlarına girişmesiydi, ardında Hüsnü Şenlendirici sırıtarak sahneye geldi. Ardından bir tanede "ah istanbul" çaldılar. Bundan sonra Miller teşekkür etti ve sahneden indiler. Şimdiye kadar ne kadar güzeldi değil mi, diye düşünürken bisste başımızı neler geleceğini bilmiyordum. Tekrar sahneye geldiler ve "Come Together" çalmaya başladılar, o anda yıktılar ortalığı ve bir daha hiç yavaşlamadılar. Unutulmaz bir final oldu.

Türk müzisyenlerin harika gecesi, şiir gibi bir akşam yaşattı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder