Kış ayları çok güzel. Yılbaşı süsleri özellikle, beni her zaman gülümsetmiştir. Bu sebepten mi bilmiyorum ama bir kaç haftadır kendimi mükemmel hissediyorum. Enerjik ve neşeli uyanıyorum. Eğlenmek, gezmek istiyorum. Kendime özgü tembelliğimi ve üşengeçliğimi bir kenara bırakmayı başarabildim sonunda, sanırım.
Fakat işin tuhaf kısmı her şey aynı! Evet, hayatımda temel olarak değişen hiçbir şey yok. Tuhaf! Beni sevindiren bir diğer konu ise, kitaplar. Kendime çok güzel gaz verdim ve hızımı aldım. Bu performansı daha önce hiç göstermemiştim. Kitaplığımda biriktirdiğim "okunacaklar" listesi hızlıca eriyor. Ruhum besleniyor.
Aralık başından beri, istediğim her şeyi yapabilmem de cabası. İstediğim filmleri izleyebildim. Anlık fikir değişiklerini bol bol yaşasam da pişman değilim. Örneğin, bu hafta merak ettiğim iki filmi de gördüm. Beyoğlu'nda film izlemenin keyfi başka bir yerde yok. Kesinlikle! Özellikle Beyoğlu Sineması'nın mistik havasına bayılıyorum. İnsana kendini özel hissettiriyor. Sanki çok özel bir şovu bekliyormuşsun gibi heyecanlanıyorsun. Film bittiğinde ise kendini "İstiklal jungle'ında" buluyorsun. Dediğim gibi, bu salonun verdiği tadı hiçbir salona değişmem! Çarşamba günü Hugo'yu Fitaş'ta izledim mesela. Salon konforlu ve rahattı ama çok itici bir havası vardı. Hugo hakkında ya çok harika ya da çok rezalet yorumlar okumuştum. Ben sevdim, çok harika değildi ama iyiydi. Tatlı bir hikayesi ve güzel bir anlatımı vardı. Filmin ilk yarısı ağır ilerliyor, bu yüzden arada 3-4 kişi çıkıp gitti. Keşke sabretselerdi dedim içimden, çünkü Scorsese sabredenlere hediye gibi dakikalar hazırlamış. Georges Méliès... Önce Scorsese'in yarattığı bir karakter olduğunu düşündüm. Aslında daha çok kendi idealini, hayalini kurduğu profili anlattığını sandım. Meğer Méliès gerçek bir ustaymış! IMDb'ye göre 17 yılda 552 film yapmış ve 85 tanesinde bizzat rol almış. Üstelik bunları 20.yy başlarında, yani sinemanın ilk yıllarında yapmış. Hayran oldum kısacası... Şu an Méliès'i, Scorsese'in ilham kaynağı olarak düşünüyorum, bu şahane saygı duruşundan sonra.
Scorsese beni ne kadar hayran bıraksa da, benim için asla Cronenberg ve Kubrick olamaz. Cronenberg diyorum çünkü A Dangerous Method'u geçtiğimiz hafta izledim. Hem de nefesimi tutarak. Tabi ki salonda filmden rahatsız olan, ya da film arasında sevgilisine yumulanlar oldu. Çünkü onlar sadece belli sahneleri gördüler. Ama bence filmin en önemli unsuru Keira Knightley idi. Oscar adaylığı var ama bana göre Oscar şimdiden onun! İ-na-nıl-maz-dı! İlk saniyeden itibaren. Hiç çekinmeden söylüyorum, kariyeri boyunca bu performansını aşamayabilir. Filmde Freud'un kibiri ve Jung'un kararsız hali mektuplarda ki sağlam ve ince iğnelemelerle anlatılmış ve beni çok etkiledi. İlham verdi adeta. İki çığır açan dehanın, zekalarını kulaklarımla duydum. Michael Fassbender ve Viggo Mortensen'i de unutmamak lazım. Karakterlere öyle yakışmışlar ki, bana Freud ve Jung gerçekte bunlar deseler, inanırım!
Gel gelelim Jane Eyre... Taze taze, henüz bugün izledim. Eğer muhteşem oyunculuk izlemek isterseniz, Jane Eyre vizyonda. Mia Wasikowska aşmış, ama öyle böyle değil. Anlık mimikleri muazzamdı. Ben ki aşk hikayelerine katlanamam, filmi çok sevdim. Fassbender burada da çok iyi iş çıkarmış. Kitabı okuyan bir arkadaşımla izledim filmi. Dediğine göre tasvirler neredeyse birebir uyuyormuş. Bazı kısımlar kesilmiş tabi, biz bunu zaman sıkıntısına bağladık. Ama bu kesintilere rağmen hikaye de ne bir kopukluk var, ne de etkisi azalmış. Mia Wasikowska bu performansıyla öyle güzel filmler yapar ki, izlemeye doyulmaz.
Ne de çok birikmiş... Hepsini döktüm rahatladım. İzledikçe daha da izleyesim geliyor. Sherlock Holmes ve Dr. Watson 'da bugün aramıza katıldı. Sırada onlar var. Sherlock'u izlemeye doyamam zaten. Cnbc-e sayesinde BBC yapımı olan dizi ve filmleri de izliyorum, yorulmadan. Robert Jr. canlandırdığı karaktere apayrı bir hava katıyor, bu kesin. Holmes artık daha da ilginç. Cronenberg demişken, bugün "The Fly"ı buldum. Havalara uçtum adeta. Yeni yıldan önce biraz daha güzel tesadüf veya sürpriz fena olmaz.
Son olarak. buradan çok sevgili Serap Hoca'ma selam ederim...
Fakat işin tuhaf kısmı her şey aynı! Evet, hayatımda temel olarak değişen hiçbir şey yok. Tuhaf! Beni sevindiren bir diğer konu ise, kitaplar. Kendime çok güzel gaz verdim ve hızımı aldım. Bu performansı daha önce hiç göstermemiştim. Kitaplığımda biriktirdiğim "okunacaklar" listesi hızlıca eriyor. Ruhum besleniyor.
Aralık başından beri, istediğim her şeyi yapabilmem de cabası. İstediğim filmleri izleyebildim. Anlık fikir değişiklerini bol bol yaşasam da pişman değilim. Örneğin, bu hafta merak ettiğim iki filmi de gördüm. Beyoğlu'nda film izlemenin keyfi başka bir yerde yok. Kesinlikle! Özellikle Beyoğlu Sineması'nın mistik havasına bayılıyorum. İnsana kendini özel hissettiriyor. Sanki çok özel bir şovu bekliyormuşsun gibi heyecanlanıyorsun. Film bittiğinde ise kendini "İstiklal jungle'ında" buluyorsun. Dediğim gibi, bu salonun verdiği tadı hiçbir salona değişmem! Çarşamba günü Hugo'yu Fitaş'ta izledim mesela. Salon konforlu ve rahattı ama çok itici bir havası vardı. Hugo hakkında ya çok harika ya da çok rezalet yorumlar okumuştum. Ben sevdim, çok harika değildi ama iyiydi. Tatlı bir hikayesi ve güzel bir anlatımı vardı. Filmin ilk yarısı ağır ilerliyor, bu yüzden arada 3-4 kişi çıkıp gitti. Keşke sabretselerdi dedim içimden, çünkü Scorsese sabredenlere hediye gibi dakikalar hazırlamış. Georges Méliès... Önce Scorsese'in yarattığı bir karakter olduğunu düşündüm. Aslında daha çok kendi idealini, hayalini kurduğu profili anlattığını sandım. Meğer Méliès gerçek bir ustaymış! IMDb'ye göre 17 yılda 552 film yapmış ve 85 tanesinde bizzat rol almış. Üstelik bunları 20.yy başlarında, yani sinemanın ilk yıllarında yapmış. Hayran oldum kısacası... Şu an Méliès'i, Scorsese'in ilham kaynağı olarak düşünüyorum, bu şahane saygı duruşundan sonra.
Scorsese beni ne kadar hayran bıraksa da, benim için asla Cronenberg ve Kubrick olamaz. Cronenberg diyorum çünkü A Dangerous Method'u geçtiğimiz hafta izledim. Hem de nefesimi tutarak. Tabi ki salonda filmden rahatsız olan, ya da film arasında sevgilisine yumulanlar oldu. Çünkü onlar sadece belli sahneleri gördüler. Ama bence filmin en önemli unsuru Keira Knightley idi. Oscar adaylığı var ama bana göre Oscar şimdiden onun! İ-na-nıl-maz-dı! İlk saniyeden itibaren. Hiç çekinmeden söylüyorum, kariyeri boyunca bu performansını aşamayabilir. Filmde Freud'un kibiri ve Jung'un kararsız hali mektuplarda ki sağlam ve ince iğnelemelerle anlatılmış ve beni çok etkiledi. İlham verdi adeta. İki çığır açan dehanın, zekalarını kulaklarımla duydum. Michael Fassbender ve Viggo Mortensen'i de unutmamak lazım. Karakterlere öyle yakışmışlar ki, bana Freud ve Jung gerçekte bunlar deseler, inanırım!
Gel gelelim Jane Eyre... Taze taze, henüz bugün izledim. Eğer muhteşem oyunculuk izlemek isterseniz, Jane Eyre vizyonda. Mia Wasikowska aşmış, ama öyle böyle değil. Anlık mimikleri muazzamdı. Ben ki aşk hikayelerine katlanamam, filmi çok sevdim. Fassbender burada da çok iyi iş çıkarmış. Kitabı okuyan bir arkadaşımla izledim filmi. Dediğine göre tasvirler neredeyse birebir uyuyormuş. Bazı kısımlar kesilmiş tabi, biz bunu zaman sıkıntısına bağladık. Ama bu kesintilere rağmen hikaye de ne bir kopukluk var, ne de etkisi azalmış. Mia Wasikowska bu performansıyla öyle güzel filmler yapar ki, izlemeye doyulmaz.
Ne de çok birikmiş... Hepsini döktüm rahatladım. İzledikçe daha da izleyesim geliyor. Sherlock Holmes ve Dr. Watson 'da bugün aramıza katıldı. Sırada onlar var. Sherlock'u izlemeye doyamam zaten. Cnbc-e sayesinde BBC yapımı olan dizi ve filmleri de izliyorum, yorulmadan. Robert Jr. canlandırdığı karaktere apayrı bir hava katıyor, bu kesin. Holmes artık daha da ilginç. Cronenberg demişken, bugün "The Fly"ı buldum. Havalara uçtum adeta. Yeni yıldan önce biraz daha güzel tesadüf veya sürpriz fena olmaz.
Son olarak. buradan çok sevgili Serap Hoca'ma selam ederim...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder