"Hani tam bir şey ya da bir gerçek açığa çıkar gibi olur ama aynı anda gözden yok olur da tam anlayamazsınız, yine de hiçbir şey eskisi gibi değildir artık... 'Anlayamadığınız şeyi' görmüşsünüzdür, artık eski cehaletinize dönmeniz mümkün değildir, değişmişsinizdir... Buna bir ad konsa?"
Bir keresinde, alıntılarken başka insanların fikirlerinin çalındığını iddia eden birisiyle sohbet etmiştim. Alıntılamanın, sözün, cümlenin gerçek sahibini onurlandırdığını ve çalmanın aksine onun fikrine katıldığının bir göstergesini olduğunu anlatamamıştım. Anlamak istemiyordu. Oysa ki, ben alıntı yapmayı severim. Hani çok az kişiyi ya da kimseyi tanımadığın kalabalık bir ortamda bulunduğunda, açılan konuyu bir o tarafa bir bu tarafa çekiştiren hararetli bir sohbet sırasında, tıpkı senin pencerenden bakan ve sanki aynı beyinle düşünüyormuşsun hissi veren bir insanla tanıştığında, hissettiğin gururla karışık sevinç duygusunu duymak gibi bir şey benim için alıntı yapmak.
Halbuki gariptir, insanın en büyük ilham kaynağının yine insan olması. Yazılan, çizilen milyonlarca, milyarlarca düşünce, cümle, yazı, öykü, hikaye, roman ve şiirin konusunun insan olması. Her seferinde de "ne hayatlar, ne insanlar var!" diye geçiririz içimizden. İnsan her zaman en şaşırtıcı olandır.
"Dünyada ki en vahşi yaratık insandır; çünkü kendi türünü avlar."
Bir tiyatro metninden alıntı. Daha iyi nasıl anlatılabilir? Belki anlatılabilir, ama bu cümle muazzam değil mi? Başkalarının cümlelerinden ve fikirlerinden korkarak kaçarsak bu dünyaya gelmemizin bir anlamı olmaz. Bizsiz de idare ederler, hiç şüphem yok. Bu mekanik dünyaya gelmişsek bir amacımız olmalı. Kimse "yedek parça" olarak doğmaz sonuç olarak.
Bu ara farklı alemlere dalıyorum. Her gün farklı uyanıyorum, farklı düşünüyorum. Bazen kendi kendimi çürüttüğümü fark ediyorum. Konudan konuya atlıyorum, sabit kalamıyorum. Bu da tuhaf hissettiriyor. Acaba neyin belirtileri bunlar?
İnsan hayatı her zaman planlı olmamalı bana kalırsa. O zaman tadı çıkmıyor. Anlık hazlar hepimize gerek. Kendimizi daha rahat keşfedebiliriz belki o zaman. Yüz yüze sohbetlerde hiç beklenmedik bir cümle ile tokat yediğimizde mesela, kafamızın içindeki tüm düşünceler yüzümüzün kırışıklıklarında ve göz bebeklerimizin tam ortasında belli eder kendini, haykırır. Fotoğrafta enstantaneler bu yüzden çok önemlidir. Hatta daha da ileri giderek, en büyük yalanın ve günahın "yapmacıklık" olduğunu söyleyebilirim. "Damara göre şerbet vermek." Saçma olsalar da kendi fikirlerimiz ve cümlelerimiz çok değerlidir. Hayat anlık yaşandığında da çok güzeldir.
"Börek bitti, çok açım ve denizin kalabalık bir lügatı olduğuna, ona bakarsam, onunla konuşursam çoğalacağıma, balık adlarına benzeyen yepyeni kelimeler edineceğime inanırım. Lüfür mesela, 'hafif küfür' demek için güzel bir kelime değil mi? Çok canlı, büyük kitleleri anlatmak için vardayla desek mesela? Kötü, bayat esprilere, şöyle homurdanır gibi, aşağılar bir tonla, homsi desek fena mı olur? Çok başarısız düşünceler bunlar, öyle değil mi götlek tefaller?"
Porto Rikolu yazar Mayra Santos-Febres'in kişisel yazışmalarından küçük bir alıntı...
Bir keresinde, alıntılarken başka insanların fikirlerinin çalındığını iddia eden birisiyle sohbet etmiştim. Alıntılamanın, sözün, cümlenin gerçek sahibini onurlandırdığını ve çalmanın aksine onun fikrine katıldığının bir göstergesini olduğunu anlatamamıştım. Anlamak istemiyordu. Oysa ki, ben alıntı yapmayı severim. Hani çok az kişiyi ya da kimseyi tanımadığın kalabalık bir ortamda bulunduğunda, açılan konuyu bir o tarafa bir bu tarafa çekiştiren hararetli bir sohbet sırasında, tıpkı senin pencerenden bakan ve sanki aynı beyinle düşünüyormuşsun hissi veren bir insanla tanıştığında, hissettiğin gururla karışık sevinç duygusunu duymak gibi bir şey benim için alıntı yapmak.
Halbuki gariptir, insanın en büyük ilham kaynağının yine insan olması. Yazılan, çizilen milyonlarca, milyarlarca düşünce, cümle, yazı, öykü, hikaye, roman ve şiirin konusunun insan olması. Her seferinde de "ne hayatlar, ne insanlar var!" diye geçiririz içimizden. İnsan her zaman en şaşırtıcı olandır.
"Dünyada ki en vahşi yaratık insandır; çünkü kendi türünü avlar."
Bir tiyatro metninden alıntı. Daha iyi nasıl anlatılabilir? Belki anlatılabilir, ama bu cümle muazzam değil mi? Başkalarının cümlelerinden ve fikirlerinden korkarak kaçarsak bu dünyaya gelmemizin bir anlamı olmaz. Bizsiz de idare ederler, hiç şüphem yok. Bu mekanik dünyaya gelmişsek bir amacımız olmalı. Kimse "yedek parça" olarak doğmaz sonuç olarak.
Bu ara farklı alemlere dalıyorum. Her gün farklı uyanıyorum, farklı düşünüyorum. Bazen kendi kendimi çürüttüğümü fark ediyorum. Konudan konuya atlıyorum, sabit kalamıyorum. Bu da tuhaf hissettiriyor. Acaba neyin belirtileri bunlar?
İnsan hayatı her zaman planlı olmamalı bana kalırsa. O zaman tadı çıkmıyor. Anlık hazlar hepimize gerek. Kendimizi daha rahat keşfedebiliriz belki o zaman. Yüz yüze sohbetlerde hiç beklenmedik bir cümle ile tokat yediğimizde mesela, kafamızın içindeki tüm düşünceler yüzümüzün kırışıklıklarında ve göz bebeklerimizin tam ortasında belli eder kendini, haykırır. Fotoğrafta enstantaneler bu yüzden çok önemlidir. Hatta daha da ileri giderek, en büyük yalanın ve günahın "yapmacıklık" olduğunu söyleyebilirim. "Damara göre şerbet vermek." Saçma olsalar da kendi fikirlerimiz ve cümlelerimiz çok değerlidir. Hayat anlık yaşandığında da çok güzeldir.
"Börek bitti, çok açım ve denizin kalabalık bir lügatı olduğuna, ona bakarsam, onunla konuşursam çoğalacağıma, balık adlarına benzeyen yepyeni kelimeler edineceğime inanırım. Lüfür mesela, 'hafif küfür' demek için güzel bir kelime değil mi? Çok canlı, büyük kitleleri anlatmak için vardayla desek mesela? Kötü, bayat esprilere, şöyle homurdanır gibi, aşağılar bir tonla, homsi desek fena mı olur? Çok başarısız düşünceler bunlar, öyle değil mi götlek tefaller?"
Murat Uyurkulak - Tol
Son olarak Bunny Munro'nun hatırasına; nur içinde yatsın! RIP
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder