4 Kasım 2011

Ne desem bilemedim

Hayatımı renklendirmek için bir takım faaliyetler yapmak istiyorum. Yorucu morucu, kaç kere geleceğim ki dünyaya? İlk günden bir heyecan başlar, "acaba gelenler ne kadar ne biliyor" diye düşünürsün, uzun süre beceremezsem... Sonra güzel güzel gidilir, insanlarla tanışılır, keyifli keyifli, ne yapılacaksa artık, öğrenmeye başlanır. Her hafta gidersin, öğrenirsin, öğrenirsin; en sonunda adam akıllı bilir duruma gelirsin. Fakat zamanla, en başında seni heyecanlandıran o çok istediğin şey sıradan, özel olmayan günlük bir faaliyet olur.



5 hafta falan oldu herhalde, latin latin dans etmeye çalışıyorum. Her hafta eğlene eğlene. Yoruyor belki ama, eğleniyorum ve istediğim bir şeyi yapıyorum, ne önemi var! Tabi henüz doğru düzgün yapamıyorum, ama hala umudum var. Bir an düşündüm; 3-4 ay sonra bu benim için sıradanlaşacak, bu kadar heyecan yaratmayacak. Bir an kederlendim. Acaba düşünsem daha neler bulurum. Bir heves başlayıp sonra bıktığım, hatta beceremeden bıktığım ve bıraktığım kim bilir kaç örnek vardır şu kısa hayatımda. Ne desem bilemedim kendime. Daha sonrasında da bunu telafi etmek için daha farklı işlere göz dikerim.

Misal, pazar günü. Çoğu insanın cesaret etmek istemeyeceğini düşündüğüm, çok ilginç bir şey yaptık. Ramen diye bir şey var. Tam bir "şey" yani, kesinlikle budur ya da şudur diyemedim ben. Ben deniz ürünlü ramen yedim. Tarif edersem; içinde ahtapot ve karides olan bol soğanlı makarna çorbası. Chopstick tutmak ayrı dert, yemeği bitirmek ayrı dert. Kase irisinde getirdiler zaten, ye ye bitmiyor. En sonunda yemeye çabalamaktan yoruldum ve bıraktım. Soğuyunca daha bir kokmaya başladı ve iştah falan bırakmadı zaten. Zor zamanlardı. Pişman değilim ama yine gitsem başka bir yemek sipariş edeceğimden eminim. Üstüne "ballı muzlu tatlı" sipariş ettim. Belki de yediğim en lezzetli tatlılardan bir tanesi! Enfes! Aslında bakınca evde anneler tarafından yapılabilir sanıyorum, basit bir hali vardı. 

Olursa bayramın son günlerinde, en geç hafta bitmeden, antrepo antrepo gezeceğim. İkinci ziyaretim olacak, keza ilk seferde bir antrepoyu dahi bitirememiştim, yarım kalmıştı.

Arkadaşlar önemlidir, hele ki yakın olanı...

Benim için bir insanın sahip olabileceği ve en değer vermesi gerekenler; ailesi ve arkadaşları olmalıdır. Hele ki yakın arkadaşlar. Orada bir dururum. Bir insana yakın isen, bunun hakkını vermelisin. Hatta sevgilinden daha öne koymalısın. İyi arkadaş her daim bakidir. Ama sen zaten onu çantada keklik görüp, düşüncesizce ve dangalakça davranırsan ne olur? Bir daha suratına bakmaz. Niye bakmıyorsun, diye soramazsın da. Gecenin 02.00'sinde arayıp telefon şakası yapmaya kalkarsan ve ardından gülüp "hemen de inandın yaa" diye gülersen, olmaz! Ama insan yaşadıkça öğreniyor tabi, herkesten yakın arkadaş olmaz! Böylesi sen uçurumdayken "üstüm kirlenir" der ve seni orada toza toprağa bulaşmamak için ölüme terk eder. Yakın arkadaşı seçmek gerekir.

Neyse, sinirlendim yine yazarken. Bayrama sinirli kızgın girilmez! İyi bayramlar...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder