istanbul film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
istanbul film etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

14 Mart 2013

Yine Geldi Festival


Festival haftasına girdik gireceğiz... Biletler ön satışa çıktı bile, iki gün sonra da genel satışta olacak. Festivalde bu yıl beni en çok sevindiren haber Fitaş'ın yerine Feriye Sinemaları'nda gösterimler olacak olması. Şahsen Fitaş'ın salonlarını rahatsız ve konforsuz bulduğum için ve Feriye'nin hep büyük bir eksiklik olduğunu düşündüğüm için çok sevindim bu habere.

Yine çok şahane filmleri seçkisine alan festivalin bu yıl programında "Kadın Hikayeleri", Türk klasiklerinin özel gösterimleri, Carlos Reygadas'a ayrılmış "Gerçek Mucizedir: Carlos Reygadas" ve edebiyat uyarlarlamarının yer aldığı "Edebiyattan Beyazperdeye" seçkileri yer alıyor. Bir de bu yıl düzenlenecek Bienal'in öncesinde de "Ben Kentli-Vatandaş Değil miyim? Barbarlık, sivil uyanış ve şehir" başlığı altında da Buñuel'den Gryazev'e bir seçki oluşturulmuş.

Festival 30 Mart-14 Nisan arasında olacak. Kendi programımı yaptım. Yine bir son dakika aksiliği yaşamazsam -ki yaşamazsam olmaz!- 21 filmi gözüme kestirdim. Galalardan başlayarak yazayım.

Bu yıl galalarda harika yönetmenlerin filmlerinin yanı sıra dolgun cast de var. Penelope Cruz'dan Nicole Kidman'a, Matt Damon'a kadar. Fakat aralarından en çok görmek istediğim Ryan Gosling'in filmi "The Place Beyond the Pines" idi. Oradan çekiştirdim, buradan çekiştirdim ama bir türlü zaman uyduramadım. Bende kranik oldu bu durum zaten. Galalardan yalnızca "Capital"i izleyebileceğim. Ama Almodovar'ın "Los Amantes Pasajeros"na nasıl içim gidiyor anlatamam!


"Dünya Festivallerinden" seçkisi yine en dolgun olanlardan. Oscar'ın dokuz filmlik "Yabancı Dilde En İyi Film" listesinde olan filmler, Berlinale'de Fibresci'de ödül almış filmler var. Bunların yanı sıra Amerikan bağımsızları da bu başlık altında. Bu seçki gerçekten dünya sinemasında şöyle bir tur attırıyor. Bense, Flipinler-Arjantin-İspanya-Portekiz yolculuğu yapmayı seçtim. "Bwakaw", "Centro Histórico", "El Muerto Y Ser Feliz"i tercih ettim. Tabii "Pozitia Copilului", "Imagine", "W Imie" gibi çok ilgi çekici filmler de var.

Bu yıl benim en çok ilgimi uyandıran "Mayınlı Bölge" ve "Yeni Bir Bakış" seçkileri var bir de. Bunlar arasından en çok da Güney Kore'li "Mu-Ge"filmi. Çok çarpıcı bir hikayesi var. Kesinlikle tavsiye ediyorum. "Mayınlı Bölge"den seçtiğim bir başka film de "Upstream Color". Tabi bu seçkilerden film ayırmak bence çok zor. Ben bu ayrımı seans uygunluğuna göre yaptım, başka türlü seçmesi sahiden zor. Gelelim "Yeni Bir Bakış"a... Bu seçki ilk veya ikinci filmini çekmiş yeni yönetmenlerin bakış açısını yansıtıyor. "Chalan" ve "When I Saw You" benim seçtiklerim. Bu seçki için yorum yapmam yanlış olur, keza çok başarılı işler var. Yıllarca uğraşıp da dikkat çekemeyen onlarca yönetmen varken, ilk ya da ikinci filmde uluslararası alanda başarı göstermek muazzam bir iş. Bunu başarabilenler zaten o ya da bu şekilde "unutulmazlar" arasına giriyorlar. Hangisi izlenirse izlensin, ilgiyi hak ediyor bu filmler.


Bu yıl belgeseller bir başka güzel. Gerçekten ilham verici ve merak uyandırıcı işler. En başta büyük adam Dave Grohl'un ilk yönetmenlik deneyimi ve sinemaya yelken açtığı ilk işi "Sound City" var. Sundance'de galasını yapmıştı, şimdi de Beyoğlu Sineması'nda gösterilmeyi bekliyor. Bu yıl bütün belgeseller Beyoğlu Sineması'nda gösterilecek. Zizek'in başrolünü oynadığı bir, yer aldığı iki film var misal. Biri "The Pervert's Guide to Ideology", bir diğeri de "Balkan Spirit", ki Balkan Spirit'i kaçıracak olmam beni çok üzüyor. Harika bir kadrosu var. Kim-ki Duk, Zizek, Isabella Huppert, Babazula ve Marina Abromoviç'e uzadıkça uzuyor kadrosu... Marina Abromoviç'e adanmış bir film de var elbette; "Bob Wilson's Life and Death of Marina Abromoviç". Listeme aldığım bir diğer belgesel ise, "Free Radicals: A History of Experimental Film". Avangart ve deneysel sinemacılar, sektör tarafından dışlanmışlar için hazırlanmış, en merak ettiklerimden bir tanesi.

"Ustalar" için hazırlanmış bir seçki. Festivallerin en büyük lezzeti bence! Burada ilk dikkat çeken herhalde Loach olmuştur. Tabi ki ben onu da kaçıracağım. Bu seçkide ki en farklı iş herhalde Raymond Depardon ve Claudine Nougaret' in beraber yönettiği "Journal de France" olsa gerek. Bunun yanında Goran Paskaljevic'in Oscar adayı filmi "Kad Svane Dan" ve Olivier Assayas'ın 70'lerin Paris'in de geçen filmi "Aprés Mai" seçtiğim filmler.


Görmeyi çok istediğim bir diğer seçki ise Carlos Reygadas'ın ilk dönemlerinden iki kısa filminin de gösterilecek olduğu, toplamda altı filmlik özel seçkisi. Aralarından, Cannes'da "En İyi Yönetmen" ödülünü aldığı son filmi "Pos Tenebras Lux" ve yine Cannes'dan ödüllü 2007 yapımı filmi "Stellet Licht" filmlerini takvimime yerleştirdim.


Notlar:
-- Yarışma filmlerinin az seansta gösterilmesi yüzünden yarışma filmlerini ıskalamak çok normal sanırım. Ben de böyle oluyor zira. Bu yıl uluslararası yarışmadan yalnızca İranlı usta Panahi'nin Kamboziya Partovi ile birlikte çektiği "Pardé" filmini izleyeceğim bu sebepten. İranlı sinemacılara çok büyük saygı duyuyorum...
-- Edebiyat uyarlamalarından da Victor Hugo uyarlaması "L'Homme Qui Rit"i seçtim yalnızca. Bu yılın en güzel filmlerinden birinin yine Hugo uyarlaması olduğunu da hesaba katarsak, görmeyi sabırsızlıkla bekliyorum. Bence geçtiğimiz yıl da, hem festivalin hem de yılın en iyilerinden biri yine bir uyarlamaydı. Goethe'nin Faust'u...
-- Kadın hikayeleri de çok önemli. Nispeten bol bir seçki. Benim tercihim "Ginger & Rosa" oldu.
-- Tecrübeyle sabit... Antidepresan seçkisinden hangi film olursa olsun görevini tam anlamıyla yerine getiriyor.

Bu yıl benim planlarım böyle. İnce eleyip sık dokumak zorunda kaldım. O iki hafta biraz yorucu olacak ama sonuna kadar değecektir. Yılın en güzel iki haftası sonuçta...

6 Nisan 2012

İkinci Raund

Festivale verdiğim iki günlük aradan sonra iki günde dört filmlik performansla geri döndüm. Bu festivalde ki ikinci raundum. Bu raundu, dünya festivallerinden ve genç ustalara ait filmlere ayırdım. Bu sene şansımdan mıdır, çokluğundan mıdır bilmiyorum artık izlediğim filmlerin çoğunu başrol oyuncusuyla ya da yönetmenle birlikte izledim. Ama ardından söyleşilere pek katılamadım. Aslında sadece bir tanesine katıldım.

Perşembe sabahı ilk seansına, yani saat 11.00 de, yetişebilmek için Taksim metrosunda vurgun yeme tehlikesiyle karşı karşıya kalsam da seansa yetiştim. Kuşağın adı "Genç Ustalar" olunca farklı bir merakla bekledim ve sahiden etkileyici bir film izledik. Filmin adı  "Nefes". Filmin başından sonuna kadar hikayenin sürekli genişlemesiyle alıp götürdü. Bir yaşam mücadelesiydi.


Bazı filmlerde diyaloglar sahiden sıkıntı oluyor. Filmin ruhuna ve tarzına göre sahneleri kurgulayamayınca bir çuval incir berbat oluyor. Gereğinden fazla uzatılan sahneler, kısa kesilen, dolayısıyla eksikliğe sebep olan sahneler, çok az diyalog ya da çok fazla diyalog... Bunları sahnenin yapısına göre bilinçli oturtamayınca veya sahneleri doğru kurgulayamayınca film izlenirken fire veriyor. Fakat Nefes, bu konuda oldukça iyiydi bana göre. Birçok açıdan hatasızdı belki de. O kadar koşturup, nefes nefese kaldıktan sonra böyle bir filmle karşılaşıp hayal kırıklığı yaşamamak çok sevindirici oluyor.

İkinci raundumun kalan filmlerini de bugün izledim. Üç seans. İyi, vasat ve çok iyi şeklinde sıralandı. Yine yetişme stresi yaşadığım, perşembeden geri kalmayan bir sabahtı. Bu sefer "Çingene" ile günaydın dedim. Çingene hikayeleri, her zaman sürprizlere açıktır, her an her şey olabilir. En büyük eğlenceler ve en ağır dramlar çingene kamplarında yaşanır belki de. Fakat o kamplarda, mahallelerde hikayeler bitmez. Bir de yetenekli bir yönetmenin hayal gücünü aktarmasıyla çok mistik dünyalara gidebilirsiniz. 
Açılış sahnesinde kahramanımız Adam'ın kara gözlerini çok yakından görüyoruz. Yönetmen Martin Sulik, Adam'ın bu bakışlarını bütün filme serpiştirerek ortamı germiş. Film boyunca Adam'ın hislerine ortak olmaya çalışıyoruz. En derine yerleşmiş ırkçılık duygusuna karşı durmaya çalışıyor. Ve Adam "Çingenelik nedir? Çalınca çingene mi oluyorsun?" diyerek feryat ediyor. Özellikle tutuklandıklarında kardeşiyle ona yapılanlar ise... Neyse spoiler yok, diğer filmlere de spoiler vermeden devam edeceğim.

Günün ikinci seansında, Atlas sinemasında filmin yönetmeni Adrian Sitaru ile birlikte "İyi Niyetler"i izledik. Daha önce bu konuda eleştiriler almış olsa gerek, filmden önce mikrofona geçti ve "umarım hayal kırıklığına uğramazsınız" dedi. Ama ben sahiden hayal kırıklığına uğradım. Konusu insanı etkilemeye oldukça müsaitti aslında. Ama az önce bahsettiğim gibi, çok fazla diyalog olunca ve bu diyaloglar tam istenileni veremeyince hayal kırıklığı yaratıyor. Çünkü bu filmde yönetmen, filmi senaryo üzerine kurmuş. Başka bir yönetmenin elinde bir baş ucu filmine dönüşebilecekken, film biraz harcanmış. İzlediklerim arasında olmamış tek filmdi. Henüz.

Ve son olarak "Güzellik". Farklıydı. Çok farklıydı. Bu konuda çekilmiş bir çok film izledim, ama bu çok farklıydı. En başından fark yarattı. Alkışladığım dördüncü film oldu bu. Yönetmenimiz bizimleydi. Film başladı ve o anda içine çekti. Adeta röntgenci gibiydik. Uzaktan izledik. Bastırılmış duygular, mutsuz bir hayat ve öldüren bir arzu... O kadar doluydu ki. Başrolde ki Deon Lotz, rolünü yaşamış adeta. Mesela bu filmde çok uzun sahneler ve çok az diyaloglar gerekliydi ve başarılıydı. O uzun sahnelerde gözümü kırpamadım çünkü her kareden tutku ve arzu akıyordu. Filmin adının nereden geldiğini anlayınca bile "vaaaayyy! sahiden!" diyorsunuz.


Filmden sonra yönetmenimiz Oliver Hermanus ile söyleşi vardı. Salon içinde mikrofon bana gelmedi ama fuayede kendisiyle bir süre sohbet edebildik. Bir değil, birkaç soru sormayı planlıyordum. Filmle ilgili sormak istediklerimi soranlar oldu, bende kişisel fikrini merak ettiğim bir soru sordum fuayede. Böylece çok ilginç bir şey de öğrendim. Sorum özetle şuydu: "Homoseksüellik üzerine çok ağır, sert sosyolojik normlar var. Bunları kırmamız için ne lazım? Hata nerede? Siz Güney Afrika'da bunu nasıl başardınız?" dedim. Cevabını çok beğendim şahsen: "Bunu toplum olarak aşabilmek tabi çok zor. Biz bunu nasıl mı başardık? Doğrusu bende bundan çok emin değilim. Ama mesela biz çok pembe dizi yaptık. Bu dizilerde eşcinsel karakterlerde vardı. Onların ilişkileri ve hatta belki de varlıkları bile zamanla insanların zihnine yerleşti. Zaten sinemanın veya televizyonun, görsel ögelerin ve bir öykü anlatmanın gücü de buradan gelmiyor mu!" dedi. Ona sadece "Çok mantıklı." diyebildim ve teşekkür ederek ayrıldım oradan. Çok mantıklıydı sahiden. Ama ilginç olan ise pempe dizilerin, belki de dünyada ki en anlamsız işlerin, aslında çok büyük bir anlam kazanabilmesi ve çok büyük bir iş başarabilmesi.


Bir de yönetmenin olaylara çok etkileyici bir bakış açısı vardı. Film boyunca o bakış açısıyla sizi etkiliyor zaten ama kanlı canlı yüzüme söylediğinde daha güçlü bir farkındalık yarattı. Bundan böyle Oliver Hermanus yakın markajımda olacak ve adım adım yaptığı işleri takip edeceğim.

Festival filmleri çok şahane ama bir seans görmedim ki teknik herhangi bir aksaklık olmasın. İstisnasız her seansta. Altyazıların gecikmesini ya da kaymasını aksaklık saymıyorum artık, ona iyice alıştık çünkü. Ama istenince gayet sorunsuz seanslar izletilebileceğinden eminim.

Haftaya üçüncü raund ile devam edeceğim. Ne demişler: "Sinema bir tutkudur!"

24 Mart 2011

!f İstanbul 2011

Şehir böyle keyifli oluyor işte. 30 yıldır bu keyfi yaşatıyorlar İstanbul'a ve Ankara'ya. Bu sene bu tattan mahrum olmam içten içe beni kederlendirse de "Film Ekimi'nde intikamımı alırım." diyorum. Fakat festival bu sene biraz buruk. Çünkü film izleyecek salon yok. Rüya kapalı, Emek kapalı; alışveriş merkezinde film festivali düzenlenmek zorunda kalınıyor. Pera müzesinin minicik salonunu bile takvime dahil. Elden gelen pek bir şey yok tabi.

Bu tür can sıkıcı mevzulardan sonra festival takvimini görmek refleksif bir tebessüm yaratıyor. Arasından bir tane film seçemeyen çıkmaz; bu kadar iddialı söylüyorum. En ağır filmlerden, popüler filmlere; bilim-kurgudan müzikal tadında filmlere...

Oldukça iyi bir liste bana kalırsa. Şehirde yaşamanın verdiği hazzı hissettiriyor adeta. Bu sebeplerden bu yılı kaçırdığım için üzülüyorum...


Film listesi ve takvim için: http://2011.ifistanbul.com/tr/Category