Tatil başlangıçları güzeldir, kıymetlidir. Haftaların, ayların yorgunluğunu söküp atacağım, diye deli gibi sevinçle dolar insanın içi. Ama tatil ne kadar uzun olursa olsun, planlanan aktivitelere, buluşmalara hiç zaman yetmez. Ben genelde o tatile sığamam. Söz verip ekmek zorunda kaldığım çok insan olmuştur, malesef olacak da. Bunun nedenini çözemedim, sanırım bu sorunu yaşayan çok insan yokmuş. Bu bana tanrıdan bir hediyedir belki.
Benimde planlarım var tabi. Umarım bu sefer sıkıntısız atlatacağım bu tatili. Kendime hiç güvenmiyorum ama çabalayacağım. Bu şansın dönmesi lazım artık.
Bir de çok dengesiz oluyor. Bir tatilde kendime bolca iş yaratıp, sağda solda geziyorsam, diğerinde bol bol hatta her gün evde aylak aylak, malak gibi yatıyorum. Aslında her şeyden biraz lazım. Bir gün uzun uzadıya yatıp, ertesi gün bol bol gezmek lazım. Ama her zaman bu dengeyi sağlamak zor oluyor, dediğim gibi. Ama önümüzde ki günler ne gösterecek bilinmez. Zaten önümüzdeki hafta kafam kitaplardan kalkmayacak gibi gözüküyor. Bir sınav var ki, yakamdan tuttu beni uçuruma götürüyor. Ama derin değil uçurum, çok acıtmaz yani. Bir hafta var önümde içim dışım ingilizce olacak. Bir yere kadar keyifli ama çok geçmeden nefes almak güçleşiyor, boğmaya başlıyor. Yarın Zenne vizyona giriyor, biraz olsun ara veririm bu vesileyle.
Acaip merak ettim zaten. Altın Portakal'dan bu yana yat kalk Zenne'yi bekliyorum. Fragmanları heyecanımı artırmaktan başka bir işe yaramadı. Galada, ön gösterimde ve basın gösteriminden yorumlar okudukça daha da merak ediyorum. Yarın şöyle erken seanslardan birine girsem diyorum. Filmdeki ingilizce diyaloglarda listening olur, ne güzel. Hem cesur, hem de etkileyici... Çabucak geçse şu bir gün.
Dün de G-Mall'a gittim. Nar'ı izlemek için. Fırtınalı İstanbul havasında bu özveriyi gösterdiğim için kendimle gurur duyuyorum. Gittiğime hiç pişman değilim. Sonuna kadar değdi. Saati beklerken oradaki minyatür D&R'da vakit geçireyim dedim. Çağırdı herhalde, önümde birden Trainspotting'i gördüm. Sardım, sarmaladım, göğsüme bastım hemen! Söylemek her seferinde tuhaf geliyor ama, Porno'yu da bulurum umarım. Pek sanmıyorum ama, zaten hiçbir yerde de görmedim. Pandora'ya bakmadım ama henüz. Çok uzun zaman oldu oraya gitmeyeli. Havasını özledim. Kitapçı havası farklı oluyor, değişik kokuyor sahiden. Sayfaların kokuları havaya karışmış, sadece topuk ve yaprak sesleri duyarak belki bir şarkı mırıldanarak saatlerce kitaplarla bakışabildiğin, hatta açıp koklayabildiğin şahane yerler. Boş vaktim olsun, birini bekliyorsam örneğin, hemen bir kitapçıya atarım kendimi. Bana uygun kitap yoksa müzik vardır. Kimse edebiyat ve müziği birbirinden ayıramaz. Cesaret dahi edemez. İnsanlık suçu olur bu! Tabi tüm sanat dalları için geçerli bu, ki her zaman söylüyorum. Perdede ki görüntüleri izlerken fondaki müzik kilitler sizi her zaman, ama iyi seçilmeli yoksa görüntüleri bile silebilir zihninizden.
Dün Nar'ı izledim mesela. Soundtrack'ler o kadar muazzamdı ki ilk sahneden koltuğa kilitledi beni. Salonda sadece beş kişi olunca aramızda konuştuk, anlaştık ve filmi aralıksız izlemeye karar verdik. Bir buçuk saate yakın sürdü ve bittiğine üzüldüm. Sahiden üzüldüm. Çok başarılıydı. Ümit Ünal bütün filmlerini aynı tarzda yapıyormuş. Ben ilk defa izledim. Kendime biraz kızdım aslında bu yüzden. Çünkü özellikle ekşiciler onu Haneke ile kıyaslıyorlar. Haneke'den aşağı kalır yanı yoktu yani. Dört dörtlüktü. Son sahnesini izlerken hayranlıktan yüzümde oluşan o gülümsemeyi engelleyemedim. Çok sevdim. Cast başarının ilk adımı zaten ve şahane bir cast var filmde. Serra Yılmaz ilk görünüşünde bile ortalığı yıktı, İdil Fırat girince iyice koptum ben, tempo tavana çıktı. Bazı filmler vardır her şeye sahiptir, eksikliği yoktur ya da çok azdır. Geriye söyleyecek söz bırakmaz. Nar onlardan bir tanesi. Ama böyle bir filmin sadece iki güzide ilimizde vizyona girmesi ise bir ayıptır! Recep İvedik gibi zamazingolar aynı sinemada, aynı anda, iki salonda birden izlenir ama Nar kendine salon bulamaz! Bu mudur yani? Bari İzmir'e götürseydiniz. Bizim filmlerimizin, aslında neredeyse bütün güzel filmlerin kaderi bu. Mesela, Melankolia vizyona girecek yakında, kaç salonda kaç hafta vizyonda kalacak acaba?
Serzeniş olmadan olmaz ama, değil mi?
Benimde planlarım var tabi. Umarım bu sefer sıkıntısız atlatacağım bu tatili. Kendime hiç güvenmiyorum ama çabalayacağım. Bu şansın dönmesi lazım artık.
Bir de çok dengesiz oluyor. Bir tatilde kendime bolca iş yaratıp, sağda solda geziyorsam, diğerinde bol bol hatta her gün evde aylak aylak, malak gibi yatıyorum. Aslında her şeyden biraz lazım. Bir gün uzun uzadıya yatıp, ertesi gün bol bol gezmek lazım. Ama her zaman bu dengeyi sağlamak zor oluyor, dediğim gibi. Ama önümüzde ki günler ne gösterecek bilinmez. Zaten önümüzdeki hafta kafam kitaplardan kalkmayacak gibi gözüküyor. Bir sınav var ki, yakamdan tuttu beni uçuruma götürüyor. Ama derin değil uçurum, çok acıtmaz yani. Bir hafta var önümde içim dışım ingilizce olacak. Bir yere kadar keyifli ama çok geçmeden nefes almak güçleşiyor, boğmaya başlıyor. Yarın Zenne vizyona giriyor, biraz olsun ara veririm bu vesileyle.
Acaip merak ettim zaten. Altın Portakal'dan bu yana yat kalk Zenne'yi bekliyorum. Fragmanları heyecanımı artırmaktan başka bir işe yaramadı. Galada, ön gösterimde ve basın gösteriminden yorumlar okudukça daha da merak ediyorum. Yarın şöyle erken seanslardan birine girsem diyorum. Filmdeki ingilizce diyaloglarda listening olur, ne güzel. Hem cesur, hem de etkileyici... Çabucak geçse şu bir gün.
Dün de G-Mall'a gittim. Nar'ı izlemek için. Fırtınalı İstanbul havasında bu özveriyi gösterdiğim için kendimle gurur duyuyorum. Gittiğime hiç pişman değilim. Sonuna kadar değdi. Saati beklerken oradaki minyatür D&R'da vakit geçireyim dedim. Çağırdı herhalde, önümde birden Trainspotting'i gördüm. Sardım, sarmaladım, göğsüme bastım hemen! Söylemek her seferinde tuhaf geliyor ama, Porno'yu da bulurum umarım. Pek sanmıyorum ama, zaten hiçbir yerde de görmedim. Pandora'ya bakmadım ama henüz. Çok uzun zaman oldu oraya gitmeyeli. Havasını özledim. Kitapçı havası farklı oluyor, değişik kokuyor sahiden. Sayfaların kokuları havaya karışmış, sadece topuk ve yaprak sesleri duyarak belki bir şarkı mırıldanarak saatlerce kitaplarla bakışabildiğin, hatta açıp koklayabildiğin şahane yerler. Boş vaktim olsun, birini bekliyorsam örneğin, hemen bir kitapçıya atarım kendimi. Bana uygun kitap yoksa müzik vardır. Kimse edebiyat ve müziği birbirinden ayıramaz. Cesaret dahi edemez. İnsanlık suçu olur bu! Tabi tüm sanat dalları için geçerli bu, ki her zaman söylüyorum. Perdede ki görüntüleri izlerken fondaki müzik kilitler sizi her zaman, ama iyi seçilmeli yoksa görüntüleri bile silebilir zihninizden.
Dün Nar'ı izledim mesela. Soundtrack'ler o kadar muazzamdı ki ilk sahneden koltuğa kilitledi beni. Salonda sadece beş kişi olunca aramızda konuştuk, anlaştık ve filmi aralıksız izlemeye karar verdik. Bir buçuk saate yakın sürdü ve bittiğine üzüldüm. Sahiden üzüldüm. Çok başarılıydı. Ümit Ünal bütün filmlerini aynı tarzda yapıyormuş. Ben ilk defa izledim. Kendime biraz kızdım aslında bu yüzden. Çünkü özellikle ekşiciler onu Haneke ile kıyaslıyorlar. Haneke'den aşağı kalır yanı yoktu yani. Dört dörtlüktü. Son sahnesini izlerken hayranlıktan yüzümde oluşan o gülümsemeyi engelleyemedim. Çok sevdim. Cast başarının ilk adımı zaten ve şahane bir cast var filmde. Serra Yılmaz ilk görünüşünde bile ortalığı yıktı, İdil Fırat girince iyice koptum ben, tempo tavana çıktı. Bazı filmler vardır her şeye sahiptir, eksikliği yoktur ya da çok azdır. Geriye söyleyecek söz bırakmaz. Nar onlardan bir tanesi. Ama böyle bir filmin sadece iki güzide ilimizde vizyona girmesi ise bir ayıptır! Recep İvedik gibi zamazingolar aynı sinemada, aynı anda, iki salonda birden izlenir ama Nar kendine salon bulamaz! Bu mudur yani? Bari İzmir'e götürseydiniz. Bizim filmlerimizin, aslında neredeyse bütün güzel filmlerin kaderi bu. Mesela, Melankolia vizyona girecek yakında, kaç salonda kaç hafta vizyonda kalacak acaba?
Serzeniş olmadan olmaz ama, değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder