14 Nisan 2011

Trainspotting

Geçen hafta izlediğimden bu yana sahnelerini aklımdan çıkaramadığım film: Trainspotting. Bu zamana kadar izlemediğim için kendime kızıyorum. Aynı zamanda bu filmi bana kazandıran hocam Yelda Bahtiyar'a şükranlarımı sunarım efendim.

Beni tanıyanlar "A Clockwork Orange" olan hayranlığımı bilirler. Çarpıcı, vurucu, izleyeni oturduğu yere kilitleyen sahneleri beni çok etkilemiştir. Trainspotting'in bu noktada A Clockwork Orange'la çok benzer bir yanı var. Konusuna baktığınızda oldukça basit, her an her yerde görülebilecek insanlar filmin ana karakterleri. Eroin bağımlısı birkaç adam o kadar.
Ama film burada başlıyor işte. Onlar biraz toplumun soyutlanmış kısmı, kendileri böyle olsun
istiyorlar. "Toplum diye bir şey yoktu. Varsa bile işim olmazdı" İstedikleri pek fazla şey yok sadece kafayı bulmak ve düşünmemek. "Onun verdiği zevk hiçbir şeyde yoktur. En iyi orgazmınızı alın binle çarpın, bunun verdiği zevkin yanından bile geçemez."

Benzerlerinin aksine eroinden uzaklaştırıcı veya kötü taraflarını ön plana çıkaran bir düşünce yok, ama özendirdiğini de söyleyemem. Oldukça realist, ortada ne varsa o. Anlatmakta gerçekten
zorlanıyorum. Aslında bu iyi, çünkü izlemeden o tada ulaşamazsınız. İzlemeden bu dünyadan bir yerlere gitmeyin! Bitmek bilmeyen halüsinasyonlar, halının mezara dönüşmesi gibi çok yaratıcı fikirler... Çok değerli bir başyapıt demek yanlış olmaz asla, Avrupa sinemasının çığırlarından sayılabilir.

"Çevrenizde bir zavallı varsa, ahkam kesmek hiç zor değildir."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder