3 Kasım 2015

This Is England '90


Kült filmleri televizyon dizilerine uyarlama furyasının iyice ayyuka çıktığı bu günlerde, belki de bunun en başarılı örneklerinden biri olan This is England da üçüncü sezonu This is England ’90 ile tekrar ekranlara döndü. 2006 yılında Shane Meadows’un Irvine Welsh’den daha yumuşak, Nick Horby’den ise daha serseri bir dille yazdığı ve yönetmen koltuğunda oturduğu filmi This is England’ın, politikayı arka planına alarak çizdiği İngiliz banliyösü tablosu birçok açıdan oldukça başarılı bir portreydi. 1983 yılında geçen hikaye, İngiltere ve Arjantin arasında patlak veren Falkland Savaşı’nı ve savaş halindeki İngiltere’de yeniden yükselen ırkçılığı merkezine alıyordu. Filmin devamı niteliğinde olan aynı adlı mini televizyon dizisinin ilk sezonu ise filmden üç yıl sonrasına odaklanıyordu. This is England ’86, filmden tanıdığımız bütün karakterleri barındırırken, yan karakterlere odaklanarak çehresini genişletti. Dört bölümlük bu ilk sezonda 80’lerin politik atmosferi, arka planda kalmaktan ziyade daha baskın bir şekilde karakterlerin hayatlarını nasıl etkilediğiyle ön plana çıkıyordu. İkinci sezon olan This is England ’88 ile bu atmosfer iyice hane içine girmeye başladı ve böylelikle güçlü İngiliz draması örneklerinden birine tanıklık ettik. Dahası aile içi şiddetin de araya girmesiyle dozunu iyice arttırdı. Hikayenin en başından itibaren beş yıl geçmiş ve en küçük karakter olan Shaun bile üniversiteye başlayan bir yetişkin olmuşken, iş ve geçim stresinin hissedilmemesi ise çok ütopik kaçacaktı. Shane Meadows, dizinin başından bu yana başarıyla yaptığı şekilde bütün karakterlerini ustaca geliştirerek detaylarla bezeli bir hikaye oluşturdu bize. Tıpkı film ve diğer sezonlar gibi şahane soundtracklere de sahip olan This is England ’90 ise parti ve eğlence ağırlıklı olarak bizleri karşılamayı bekliyor.

Ama söz konusu This is England olduğunda politika asla arka planda kalamıyor. Dizinin yeni sezonu başladığında değişen bir altkültürle karşılaşacağımızı biliyorduk. Sonuçta 80’ler bitmiş ve 90’lar başlamıştı. Diskolar ve festivallerle birlikte eğlence odaklı bir sezon olabileceği herkesin aklındaydı. Yayınlanan ilk teaser da bunu doğruluyordu. Fakat, Meadows ilk anda küçük bir sürpriz yaparak çehreyi bir güzel değiştirdi. Sezonun ilk bölümünün introsu, 1988 ve 1990 arasında dünyada İngiltere’nin vesilesiyle gerçekleşen olayların bir kolajıydı. Bu intronun sonunda ise Margaret Thatcher’in görevini bıraktığını duyurduğu konuşması bulunuyordu. Ve bu konuşmanın ardından Meadows’un 90’lar partisi başlamış oldu. Thatcher, belki de bu dizinin en önemli kaynaklarından biriydi. Falkland Savaşı ile başlayan hikaye; ayrışan bir topluluk, umutsuz gençlik ve karanlık bir atmosfer ile resmediliyordu. Kısacası, Thatcher’ın görevi bıraktığını açıkladığı konuşmasından sonra yeniden güneşin açtığı günlere merhaba diyor İngiltere.
Filmin hikayesinin asıl kahramanı olan Shaun’un gençlik ateşiyle yanıp tutuşmasından dolayı dizinin ağır atmosferi diğer karakterler üzerinden, özellikle Lol, Woody ve Milky üzerinden kuruldu. Bu oldukça mantıklı bir karardı aslında ve üçüncü sezonun sonunda da bunu rahatlıkla gördük. Combo’nun filmdeki baskınlığı ve hatta dominant hali dizilerde hiç yer etmemişti. Bunun yerine Lol’un kazandığı karakter derinliği, diziyi çok daha ileri bir boyuta taşıdı. Dizinin ilk iki sezonunun Lol’un hikayesi niteliğinde olması ve Woody ile Milky’nin denkleme biraz tanıdık ama sıkıntısız bir şekilde dahil edilmesi, dramatik altyapıyı güçlendiren ve dizinin devamını da iyi hazırlayan unsurlar oldu.
Bu uzunca özetten sonra gelelim son sezona. Lol ve Kelly’nin babasının ölümünden sonra Combo’nun hapse girmesiyle birlikte bu sezonun Kelly için önemli olacağı açıkça belliydi; bir o kadar da Milky için. Hatta, sezonun ilk teaser’ında Kelly’yi eğlenirken görmek bile oldukça tuhaftı. Nitekim ikinci bölümden itibaren Kelly’nin çöküşü başladı. Oldukça başarılı olan ikinci bölümde, gidecekleri festivalin yerini arayan Harvey, Gadget, Kelly, Shaun ve Trev’in büyüleyici bir kamp bulmasıyla birlikte yaşadıkları muhteşem geceyi izledik. Belki de dizinin en güzel hazırlanmış bölümlerinden biriydi. Bu gecenin Kelly için önemi ise daha içseldi; zira kendi hayatıyla ilgili pişmanlıklarının aklına gelmesi çöküşünü başlattı. Babasının ölümü ile ilgili gerçekleri öğrenmesi ve bunun ardından iyice dibe vurmasıyla güneşli günler de son buldu haliyle.Milky içinse Woody ile aralarını düzeltip bir “aile” olduktan sonra yaşanabilecek en zor günler başlıyordu. Combo’nun adının geçmesi onu elbette çıldırttı ve pişman olacağı, belki de olmayacağı çok kötü bir şey yapmasına yol açtı. Combo’nun hapse girmesinin asıl sebebi olan Lol’un da konuya dahil olmasıyla Combo, Milky ve Lol üçgeni arasında taraf tutulamaz bir durum oluştu. This Is England ’90 ile geçmiş sezonlardan geriye kalan sorular cevaplandı ve yarım kalan olaylar sonuca bağlandı genellikle. Dizinin ve filmin en eski meselesi olan Combo ve Milky kavgası da sezon sonunda bir şekilde sonuçlandı evet, ama halen gerçekten sona erip ermediğini bilmiyoruz. Bu da This Is England ’92’yi beklemek için yeterli bir sebep.
This Is England, üç sezon boyunca birkaç kilit sahneyle ritmini hep yükseltmişti ve genelde beklenmedik anlarda gelen bu yüksek tansiyonlu sahneler diziye çok fazla değer kattı. İlk sezonda Lol ve babasının yüzleşmesi, ikinci sezonda Woody ve Milky’nin yüzleşmesi ile Lol’un sezon sonundaki hastane sahneleri dizinin sertleştiği anları oluşturuyordu. Son sezonda yer alan benzer bir sahne ise kalabalık bir masada gerçekleşen yüzleşmelerden oluşuyordu. Fakat bu sahne çok karışık ve yaratması gereken etkiden uzak olunca, Kelly’nin ruh hali ve iç dünyası da bizlere biraz uzak, Milky’nin tepkisiyse neredeyse yumuşak kaldı. Şimdiye kadar çok iyi kotarılan sahnelere bakınca üzülmemek elde değil açıkçası. Neredeyse tek plan çekilen bu sahnenin gittikçe uzaması da maalesef etkisini daha da azalttı. Dört bölümlük bir sezon olunca, her sahnenin değeri ve etkisi daha da artıyor haliyle. Dolayısıyla bu kilit durumdaki masa sahnesinin üzerinde durmakta fayda var.
Bu sezonun en dikkat çekici ögelerinden birisi de müzikti. İngiliz müziğinin yükselişe geçtiği dönemlere denk gelmesi sebebiyle bütün sezon içinde bir Stone Roses fırtınası esti. Bu konudaki atışmalar, sezona tatlı ve bir o kadar da zevkli bir şekilde yer etmiş. Sadece Roses değil; Fleetwood Mac, Blondie ve Billy Idol gibi isimlerin de dizide kendilerine sık sık yer bulması, dönemin ruhunu oldukça güzel yansıtıyor.

Öte yandan, bu son sezon bu zamana kadar olan biten birçok olayın da sonuca bağlanmasına vesile oldu. Bu noktada en önemli soru, yeni bir sezonun gelip gelmeyeceği. Açıklığa ya da çözüme kavuşan olaylara göz attığımızda, gelecek sezonda cevaplanmayı bekleyen soruların artık kalmadığını söyleyebiliriz. Combo ve Milky arasındaki mesele kapandı mı, henüz bilmiyoruz; ancak Combo’yu gördüğümüz son sahneye baktığımızda, olayın da kapandığını söyleyebiliriz tabii. Yeni sezon için elimizde kalan tek malzeme bu. Yeni sezon gelir mi gelmez mi daha bilmiyoruz ama seriyi 2000’lere kadar uzatmaya niyetli bir Jack Thorne’a sahibiz. This Is England ’90’ın senaryosunu da yazan Thorne’un bu ısrarı, belki ayrı bir seriden ziyade dizinin devamını da sağlayabilir. Yaklaşık iki yıldır üçüncü sezonu bekleyenler olarak yeni sezonun haberini bir an önce almak şahane bir haber olur doğrusu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder