17 Ekim 2015

Bir Zamanlar: Haftanın Menüsü

Bundan iki yıl önce, ara sıra hazırladığım içeriklerin yayınlandığı ama, hali hazırda pek bir katkımın olmadığı, sahibini ise çok sevdiğim Paslanmaz Kalem'e içimden geldiği gibi ve güzel olduğuna inandığım bir dosya hazırlamıştım. Daha iyisi gelmedi mi bilinmez(!), her hafta yayınlanan bu düzenliği içeriğin sonuncusunu ben yayınlamış oldum. Adına "Haftanın Menüsü" diyorduk. Konusunu ve tarzını hazırlayanın seçtiği bir kitap, bir albüm ve bir film önerisini, kısa ve net cümlelerle birlikte tavsiye ediyorduk kısaca. Tuhaftır ki, aklıma düştükten sonra dosyaya tekrar baktım ve fikrimin -bir nebze bile olsa- hiç değişmediğini farkettim. Bugün yine bu şekilde bir dosya hazırlamam istense, ya aynı konuda ya da çok benzerini hazırlamaya gayret gösterirdim sanıyorum. İki koca yıl içerisinde bu kadar az, hatta hiç değişmemiş olmak ise aklıma soru işaretleri getirmiyor değil. Kendimden bazen endişe ediyorum. Kendimden dışarıya çok kapalı olduğumu farkettiğimde, ürküyorum. Yabancılaşmak, yavaş yavaş içine sürüklendiğim bir bataklığa bir dönüşüyor, diye düşünmeden edemiyorum. Yalnızlığı seviyorum cümleleri kurarken durumun buraya geleceğini hiç tahmin etmemiştim. Ama gelebiliyormuş.

Yabancılaşmak ama çoğunlukla "öteki olmak" üzerine hazırladığım Haftanın Menüsü'nü de tekrar paylaşayım ki, zaten zamanında anlatmak istediğim iç dünyam tekrar sembolik olarak gün yüzüne çıksın.

Öteki Olmak...


Dünya adil bir yer değil. Zaten biliyoruz. İğrenç, rezil bir yer hatta, zor bir yer. Kimisi için daha zor, çok daha zor.  Farklı olana, değişik olana, hatta özel olana çok daha çok.
Farklılıklarımız güzelliğimizdir, ama ölüm fermanımız da olabilir. Toplumdan aykırı olduğumuzda toplum bizi cezalandırabilir. Kimse artık bu toplum! Ahlakımızı, seçimlerimizi, kararlarımızı, varlığımızı sorgular ve isterse kudretli yargısıyla onaylar! Lütfedip onaylamazsa eğer; iter, kakar, “ötekileştirir”… Öcü der, hasta der, ‘yaşamaya hakkı yok’ der, ‘VUR’ der, mübahtır der… İşin bir de “ezilen” tarafı var ama. O da “ne olur bırak ecelimle öleyim” der…
Ben romantik bir insanım ve bu güzel yaz günü böyle bir temayla içinizi karartığım için özür dilerim ama ne yapayım, farklı olmak zor zanaat… Elimden geldiğince anlamaya çalıştım. Aşağıdaki seçki sizi daha iyi bir insan yapmayacak belki, ama belki sizin de anlamanıza, anlıyorsanız pekiştirmenize yardımcı olur umarım.

BUNU OKU:

Jerzy Kosinski – “Boyalı Kuş” (1965)
boyali-kus
Ana fikir? Bir terkedilmişlik, yalnızlık ve yabancılık öyküsüdür. Savaş zamanı, sarışın Avrupa’da kaçak olarak hayatta kalmaya çalışan kara saçlı, kara gözlü bir Yahudi çocuğunun hayatta kalma hikayesidir.
Nedir? Kosinski’nin en bilinen kitaplarından biridir. Acımadan, hunharca saldırır okuyucuya.
Kimdir? Kosinski, Yale ve Princeton Üniversitelerinde Psikoloji üzerine ders verdi. İlk yazılarını mahlas kullanarak 60′larda yazdı. 1979′da senaryosunu yazdığı film BAFTA tarafından “En İyi Senaryo” ödülüne layık görüldü.
Neden Okuyayım? Dünya savaşını bir çocuk gözünden görebilmek için… O çocuğun büyümesine şahit olmak için…
Kimler Sever? Sarsıcı hikayelere dert ortağı olmaktan hoşlananlar ve hikayenin sert darbelerini absorbe edebilecek olanlar.
Yan Etkileri? Vicdani red, anti-militarizm…
Biraz Okusak Hele? “…İnsanlar anlaşamadıklarına göre dilsizliğin bir önemi yoktu. Birbirleriyle takışır, birbirlerinden hoşlanır, öpüşür ya da tepişirdi. Ama herkes yine kendisini düşünürdü…” 

BUNU DİNLE

Napalm Death – Utopia Banished (1992)
napalm-death-utopia-banished
Ana Fikir? Napalm Death rulez!!
Nedir? 92 tarihli enfes Napalm Death albümü. Bence underrated kalmıştır. Grubun kendini tekrar bulduğu, özüne çok sağlam dönüş yaptığı, ‘Napalm Death ne iş yapar’ denildiğinde dinletilebilecek muhteşem kapaklı albüm.
Kimdir? 31 yaşını devirmiş grindcore / death metal tanrıları…
Neden Dinleyeyim? Çünkü bu Napalm Death! Ama yetmez dersen, incelikli sözlerle yazılmış çok iyi bir death metal albümü dinlemek için dinlenmeli derim. Death metal sevmem dersen, bu albüme kulak kabartmamışsın derim.
Kimler Sever? Death metal sevicileri, sözünü sakınmayanlar, anarşi yanlıları…
Yan Etkileri? Grubun diskografisinde bir labirentteymişcesine kaybeder insanı, bir bulaşan bir daha bırakamaz. Kendinizi Fear Emptiness Despair ve daha nicelerini replay’e almış bulursunuz.
Biraz Dinlesek Hele? Buyrun, albümün tamamı:

BUNU İZLE

İki Bacaklı At - Asbe du-pa
samiramakhmalbaf-32
Ana fikir? Tek bir cümleyle, bir çocuğun çocukluğunu kaybedişini resmeder.
Nedir? 2008 yılında San Sebastian Uluslararası Film Festivali’nde “Jüri Özel Ödülü”nü kazanmış naif ve kendi halinde bir film.
Kimdir? Sinemacı bir aileden gelen İranlı yönetmen Samira Makhmalbaf, Cannes Film Festivali’ne katılan en genç yönetmendir. Bir kadın olarak İran’da yaşamanın zorluklarına rağmen, sinema aşkıyla, çalışmalarına ara vermeden devam etmektedir.
Neden İzleyeyim? Yeni bir bakış açısı, yeni bir tavır ve değişik bir deneyim için.
Kimler Sever? Bu filmi sevip her yerde anlatmak mümkün mü, emin değilim. Seri ve hafif yumruklar değil de, kalıcı hasar bırakan kroşeler vurur izleyene.
Yan Etkileri? Çok acaip ve sürreal rüyalara sebebiyet verebilir. Aşırı doz alımında karabasan gözlenmiştir.
Biraz İzlesek Hele?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder