18 Eylül 2014

Amsterdam

İkinci defa Amsterdam'da bulundum ve bu şehri ne kadar sevdiğimi tekrar hatırladım. Amsterdam'ın en güzel yanı Brüksel ile olan benzerliği. Ülkesinin en büyük şehri olarak bir ucundan diğer ucuna kadar yürüme mesafesinde kurulmuş. Dünyaca yaptığı şöhret bir yana gezilecek birçok yer de var. Elbette gece hayatı her zaman ön planda ama Amsterdam, ziyaret ettiğim en güzel müzeleri de barındırıyor. Bunların başında elbette ki Van Gogh Müzesi var. Vincent van Gogh'un en değerli eserlerinde tutun da, kullandığı teknikleri detaylarına ve örneklerine, etkilendiği akımların öncülerine, akıl hocalarının ve dostlarının eserlerine kadar uzanan geniş çerçeveli bir arşivi belli başlı olaylara göre sıralamışlar. Bunlara Van Gogh üstüne yapılan projeler de dahil. Bir diğer şahane müze olan Rijksmuseum da tam olarak Van Gogh müzesinin karşısında diyebilirim. Rembrant'ın eserlerinden modern sanat eserlerine kadar geniş yelpazeli bir arşivi var. Fakat iki seferdir bu müzeye bir türlü giremedim. Bu kez vaktim dardı. Tabi Amsterdam'da müze deyince oluşan algı bir başka oluyor. Şehrin fuhuş ve uyuşturucuyu en önemli turizm kaynağı olarak kullanmasının sonucu olarak ziyaretçiler genellikle şehrin bu yönünü görmek istiyor.

Gece hayatının da bu bağlamda şekillendiği bir gerçek. Red Light District ve çevresi akşam saatlerinden itibaren kalabalıklaşmaya başlıyor. Haftasonları özellikle Ajax maçları sırasında daha da erken saatlerde dolmaya başlıyor. Kentin üç büyük meydanı var. Bunlar restorantların, barların, coffeshopların ve eğlencenin merkezlerini bir bölgede topluyorlar. Her bir meydan arası yürüyerek 15 dakika civarı olduğundan şehirde yürüyerek tur atmak bisiklet kiralamak kadar mantıklı ve keyifli.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder