15 Eylül 2013

[Türk-Kore Sinema Haftası] Kim-ki Duk Söyleşisi


Kültürü şirketleştiren sevgili İstanbul Belediye'si geçen ay Türk-Kore Kültür Fuarı başlattı. Orjinal adı “İstanbul-Gynogju 2013 Dünya Kültür EXPO”. Bu fuar kapsamında meydanlarda broşür dağıtmak ve Sultanahmet'te Kore'nin kılıç-kalkan ekiplerini izlemek mümkün. Ta ki düne kadar. 13-19 Eylül arası bu fuarın en işe yarar haftası, Türk-Kore Film Haftası olarak. Kore sinemasının en bilinen yönetmeni Kim-ki Duk ya da Ki-duk Kim'in söyleşisiyle bu hafta açıldı. Dün. Mimar Sinan GSÜ Sinema-Tv Merkezi'nde küçük bir salonda ayakta, sıkış tıkış izledik söyleşiyi. 


Bahsettiğim bu Sinema-Tv Merkezini biraz zor bulduk. Beşiktaş esnafı nasıl esnafsa artık, okulun yerini bilmiyorlar, her biri farklı bir yer tarif etti. 15 dakika kadar erken gitmeyi planlıyorduk ki güzel yer kapalım, ama 10 dakika geciktik ve salona zor sığdık. Kendisi de o sırada yeni gelmişti. Söyleşi sıkıntılı başladı. Kapı ağzında olduğumuzdan mikrofonun sesi bize kadar gelmiyordu, çevirmenin kırık Türkçesi durumu daha da zorlaştırdı ve üstüne kaymak olarak mikrofonlar öte öte bir hal oldu. Böyle saçmalıklarla konuşmanın girişini kaçırdık. 

Sinemanın hayatına girişini anlatarak başladı. İlk defa film izlediğinde 33 yaşında, Fransa'daymış. Bu kadar geç başladığını hiç düşünmemiştim. Zaten kendisi alaylı, öğrencilik geçmişi yok; hiç okula gitmemiş. Gençlik yılları askerde ve fabrikalarda geçmiş. Filmlerine olan bakışını anlatırken en çok bunu vurguladı. O sarsıcı senaryoları hayatını düşünürek, özellikle de asker ve işçi zamanlarını düşünerek yazıyormuş. En büyük malzemesi olarak hayatı gösteriyor. Geçmişini kullanıyor ama umursamıyor; gelecek onu daha çok ilgilendiriyor. Hayat anlayışı çok derin. Tek bir cümleyle özetlemeye çalıştığında "İnsan siyah ve beyazın aynı renk olduğunu öğrenmek için yaşar" dedi. Filmlerinin temeline yatırdığı fikir bu. 

Duk'a yöneltilen sorular genellikle filmleri özelinde oldu. En çok da Pieta ve Arirang. Pieta'yı toplamda üç-buçuk ayda hazırlamış. İki ay senaryoyu yazmış, bir ay post-prodüksiyon ve on gün de çekimler sürmüş. Bunu da "zaten iki sahnede çözülen bir filmdi" diyerek açıkladı. "Sayıları boşverin, o filmler benim hayatım ve hayallerim" diye ayrıca ekledi. Sanıyorum herkesi Duk'un eğlenceli ve heyecanlı hali şaşırttı. Çünkü yüzlerinden okunuyordu insanların, o filmleri çeken bir adam biraz kaprisli, belki öfkeli olmalıydı; en azından karakterleriyle ortak noktaları olmalıydı. Ama karşımızda çok konuştuğu için utanan, yanlış anlaşılmaktan çekinen yüce gönüllü bir adam oturuyordu. Hiç sıkılmadı o saçma soruları yanıtlarken.

Dedim ya, genelde filmleri özelinde sorulan sorularla ilerledi söyleşi. Mesela en çok sorulan filmlerden Arirang'dı. Bu filmi yayınlamayı hiç istememiş, hatta hala kafasında belli sıkıntılar varmış bu konuda. Cannes'da ödül aldıktan sonra aldığı güzel tepkiler bile bu düşüncelerini yok edememiş. Hala gösterilmeye uygun olmadığını düşünüyor yani. En ilginç anlardan bir tanesi de, Arirang'dan bir sahne üstüne sorulan bir soruya verdiği cevaptı. "Çok uzun zaman geçti, hatırlamıyorum sahneyi" dedi. Bütün salon şaşkınlıkla bakakalmışken kahkahayla yıkıldı. Anlatmaya devam etti üstüne. Bir gece televizyonda bir filme rastlamış ve eğlenerek izlemiş. Filmin en sonunda akan cast'te adını görünce kendi filmi olduğunu fark etmiş. Yaptığı işte bu kadar başarılı olmasına rağmen, böylesi mütevazi olması beni çok etkiledi gerçekten. Hem kendisiyle, hem başarısıyla,  hem de olası başarısızlığıyla çok barışık.

Bu seneki Filmekimi programında da yer alan ve ilk olarak Venedik'te gösterilen son filmi Moebius için de birkaç kelam etti. Filmin "konuşmasız" olduğunu biliyoruz zaten ama aslında içinde "farklı konuşmalar"geçiyormuş. Bunlar: gülümsemek, ağlamak ve bağırmak şeklinde konuşulmuş.

Filmleri realizmin sınırlarını zorlasa da, kendisi daha mistik yaşamayı seviyor sanıyorum. Onu dinlediğim bir-buçuk saat boyunca çıkardığım sonuç bu. Zor bir hayatı olmuş ve bunu filmlere sarılarak atlatmayı yeğlemiş. İçinde biriktirdiklerini dünyaya anlatmış. Olaya tamamen bu şekilde bakıyor. Söyleşide birkaç güzel nokta daha vardı. Onları da şöylecene yazabilirim:

  • Filmlerinde neden hep kaybeden kadınlar olduğuna dair bir soruya; Özel bir sebebi yok, kaybeden erkekler de var. Zorluklar hayatı gösterir ve kadınlar zorluklarla daha fazla mücadele etmek zorunda kalıyor, diye cevap verdi.
  • Bad Guy'da anlatılan aşk anlayışına sahip olup olmadığı sorusuna; kadınların hayat enerjisi olduğunu ve ölene kadar bu enerjiyle film çekeceğini söyleyerek cevapladı.
  • Etik bağlamında, her film çekiminde kendisine sorular soruyormuş ve bazen cevaplarını rüyasında görüyormuş. Filmin özelinde "insan nedir", "biz neyiz" gibi soruların cevabını bulabiliyorsa, ancak o zaman çekime devam ediyormuş. Çektiği filmin kaderi olduğuna inanıyor ayrıca.
  • "Spring, Summer, Fall, Winter... and Spring" filmi Amerika'da en çok gösterilen filmlerden birisiymiş ve halen gösterimdeymiş.
  • Politik film çekme düşüncesi hep varmış ve bu konuda notlar tutuyormuş. Savaşın perdede gösterilmesi gereken bir şey olduğuna inanıyor kendisi.
  • Neden yazdığı her filmi çekmediğine dair bir soruya verdiği yanıt çok enteresandı. Popüler olabilecek senaryoları çekmeyi tercih etmiyormuş, çünkü seyircisinin hoşlanmayacağını düşünüyormuş. Böyle senaryoları çekmesi için yardımcı yönetmenine veriyomuş ve oradan elde ettiği gelirle bir sonraki filmini hazırlıyormuş.
Böyle söyleşilerde sorulan sorulan beni gerçekten çileden çıkarıyor. Çünkü üç temel tip soru var; filmi izleyince şunu anladım doğru mu, bütün filmi anlatıp izlediğini ispat eden ama evet-hayır cevaplı sorular ve de ben sizi çok seviyorum, donunuz ne renk soruları. Tamamen şov amaçlı yani. Arada güzel sorular da geliyor ama hep azınlıkta, bir ya da iki tane. Bu saydığım saçma ve dokuz-on cümlelik uzun sorular hem yönetmeni, hem çevirmeni, hem de kalabalığın kalanını sıkıyor. Aynı sıkıntı festivalde de var. Çözümü nedir, gerçekten hiçbir fikrim yok. Ama bir an önce son bulmasını temenni ettiğim anlamsız bir durum bu.


Söyleşide adı en çok geçen film büyük ihtimal Arirang'dı. O da bunu tahmin etmiş olacak ki güzel bir sürprüz yaptı ve filmin soundtrack'ini seslendirdi. Biz zaten mest olduk da, kendisi de ayrıca çok eğlendi. İşte Kim-ki Duk'tan Arirang:

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder