29 Nisan 2013

Here I am Again in İstanbul!

Saygı ve hayranlık duymanın seviyeleri olduğuna inanıyorum. Hak edilmiş seviyeleri. Yaptığı işler yapacaklarının teminatı olan özel insanları en yüksek seviyede oluyor genellikle. Onların ardından haykırırsın, imrenirsin, rol model alırsın, kendini onun yerine koyarsın, hayran olursun. Benim hayran olduğum bir yığın insan var bu dünyada. Babamdan tutunda Ryan Giggs'e kadar. Kimler kimler var... Ne ilham perileri var... Bunların bazılarını kanlı canlı gördüm. En son da dupduru gitarının sesine hep aşık olduğum Mark Knopfler'ı...

Konser çok erken açıklandı. İlk gördüğüm anda o günü kafamdan sildim. Başka hiçbir işim olmayacaktı o gün, hiç bir aksilik. Orada, Ataşehir'de olmalıydım. Aksi gibi bütün dünya bir cumartesiye sığmaya kalktı. Saat 1900'da Ülker Arena'nın kapısındaydım.

Konserleri oturarak izlemeyi sevmiyorum, fakat bu tür kapalı alanlarda en rahat seçenek tribün oluyor. Tribün izleyicisiyle ilgili birkaç deneyimim olunca da içim bir buruk oturdum koltuğuma. Önümde oturanın twitter ve instagram ekranlarına hiç bakmamak için şartladım kendimi. Fakat hiç beklediğim gibi olmadı. Salon Knopfler'ı gerçekten seven müzikseverlerle dolmuştu. 

Alan doldu, üstad herkesin yerleşmesini bekledi yalnızca ve tam zamanında çıktı. Onun yerine çoğunlukla gitarı konuştuğu için kırmızı gitarını aldı eline hemen, eliyle selam verdikten sonra, tellere nazikçe dokunmaya başladı, ruhumuza da... Tüm konser boyunca iki cümleyle hitap etti. "Nasıl gidiyor? Burası harika bir yer ve yeniden burada olmak harika." cümleleri. Ben bir elimle kaydedebildiğim kadar konseri kaydederken diğer taraftan bulutları hissettim konser boyunca. Soloları yükseldikçe irkildim. Birden farkettim ki "Romeo & Juliet"in ilk notalarını vurmaya başlıyor. Nasıl olur? Saate baktığımda bir saat çoktan devirdiğimizi farkettim. Hemen her şarkısıyla uzun bir resital sununca üstad, zaman algımı tepetaklak etmiş. İki Dire Straits klasiği ardarda geldi. Bis için sahneye döndüğünde en beklenen şarkılarını çaldı. Kısık sesiyle şarkıların demini aldı. "Yine buradayım, İstanbul'da" dedi yaşlı şehre. 

Aslında çok konuşmadı dedim ama o bu şekilde iletişim kuruyor. Telegraph Road çaldılar, daha ne olsun! Göz temasını bir an bile kesmedi. Keman ve yan flütle süslemişti bazı şarkılarını. Ki ben onun zaman içinde yakınlaştığı tarzlara da oldukça sempatik bakıyorum. Çünkü nunu yaparken kendisinden uzaklaşmadı, kıyıdan daha fazla açıldı sadece. Kesinlikle renk kattığını düşünüyorum. Özellikle konserde kendi duruluğunu mütemadiyen yakalayabildiği için akınlaştığı tarzlara karşı durmayı mantıklı da bulmuyorum. Onu bu kadar değerli kılan özelliklerinden bir şey kaybetmedi çünkü. 

Bu konserde aldığım keyfi bir de Clapton'ın çaldığı notlardan almıştım. Tekrar edeceğini düşünmüyordum o zaman, yanılmışım. Şimdi ise daha kesin düşünüyorum, tekrar etmeyecektir. Umarım birçok sefer yine ve yine ve yine yanılırım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder